top of page

Tramvay Yolu Sokak - Canan Murteza

  • kibritfanzin
  • Feb 14
  • 2 min read

Kadıköy sineması önü, akşamüzeri, saat 20.47. Kalabalık. Gölgeler uzuyor, tramvay yolu boş, hava ılık, bir Eylül rüzgârı yüklü. Ayakkabı tabanları, taşlara usulca dokunup geri çekiliyor. Sinema afişleri rüzgârla titriyor.


Kadın, mavi tulumunun cebine gömülü elleriyle bekliyor. Sırt çantasının askılarının boşluğuna, Akmar Pasajından aldığı film afişini geçirmiş bir telaşla. Gözü, sinema kapısındaki eski film afişine bakıyor. Sola takılıyor bakışı sonra. Tanımadığı bir adam, onun bakışını izliyor. Kadın afişe bakıyor, adam kadına. Adamda bir tereddüt var, belki konuşsa mahvedeceğinden korkuyor. Ama bir tramvay, tam zamanında, gıcırdayarak geçiyor ve ikisini de aynı anda aynı noktadan bir adım geriye çekiyor.


Kadın bir şey demeden gülümsüyor. Adam da öyle. Aynı mavi gözlerle bakıyorlar. Adam kadına, kadın adama benziyor. Tramvayın ardında kalan raylar, sessiz bir başlangıç çizgisi gibi uzanıyor.


“Anneme ne kadar çok benziyorsun?”

Gülümsüyor kadın. Utanıyor.

“Sinemaya mı?” diye soruyor adam.

Kadın başını sallıyor, “Ama hangi filme gireceğimi bilmiyorum.”

Adam afişe bakıyor, “Siyah-beyaz olana girelim mi?”

Kadın başını eğip düşünüyor, “Siyah-beyaz daha gerçek gelir bazen.”

Adam durduramıyor kendini, “Senin bir gün geleceğini biliyordum.”

Kadın durup: “Ben geleceğine inanamamıştım. Neredeydin?”

Adam gözlerini dikip, “Ben hep buradaydım,” diyor. Sonra devam ediyor, “Bir gün geleceğine inanırsın, ama sonra akşam olur.”


Arada dakikalar sürüyor, zamana aldırmadan bırakıveriyor kendini cümleler. Sanki başka bir zamanda farklı bir tanışma akşamı yaşamış gibilerdi. Sonra birden, sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi yan yana yürümeye başlıyorlar. Kadıköy Sineması’nın kapısı önlerinde açılıyor. Tramvay yolu arkalarında kalıyor.


Salonun içi loş ve boş. Siyah-beyaz film perdede titrek gölgeler halinde akıyor. Kadın, koltuğuna yerleşirken adam sessizce yanına oturuyor. Bir süre konuşmadan izliyorlar. Filmde eski sokaklar, yağmurlu caddeler, yalnız insanlar var. Kadın, sahnelerin içinde kaybolurken, adam hafifçe ona dönüyor, bir şey söyleyecek gibi oluyor ama vazgeçiyor. Serçe parmaklar birbirine değiyor. Ama eller kavuşamıyor. Eller heyecanlı ve kimsesiz.


Seans bitince, ikisi de ağır hareketlerle sinema kapısına yöneliyor. Dışarıda nemli bir hava, Eylül gecesine iyice oturmuş. Sokak lambalarının ışığında tramvay yolu parlıyor. Kadın sırt çantasını omzuna iyice yerleştiriyor, adam cebinden bir sigara çıkarıp yakıyor.

 

“Film güzeldi,” diyor kadın.

“Evet,” diyor adam. Sonra ekliyor, “Ama sonu biraz eksikti.”

Kadın hafifçe gülümsüyor. Biraz ürkek, “Bazı şeyler eksik kalmaz mı?”

Sonra başını sokağa çeviriyor. “Şey… ben sert kahve seviyorum genelde. Yalancıksız diyorum buna, yani yoğun kahve ve sütsüz. Olduğu gibi acı.” O anda bunları söylerken ayaklarına, utangaç adımlarının durduğu yerde kıpırdayışına bakıyor. Tek seferde hafif telaşlı, “Yalancıksız bir kahve içelim mi?”


Tam o anda, bir tramvay yaklaşmaya başlıyor. Adam sigarasından bir nefes alıyor, sonra yere atıp eziyor. Hiçkimse, onun kadar iyi sigara içmiyor diye düşünüyor kadın: leşçe ve adamca. Hiçbir adam onun gibi bakmıyor: derin ve uzun. İstanbullaşıyorlar. Tramvay iyice yaklaşıyor, tekerlekleri raylara ağır bir çığlık bırakıyor. Kadın hafifçe geri çekiliyor, adam olduğu yerde duruyor. Tramvay geçerken, birkaç saniyeliğine ikisinin arasına kalın bir çizgi çekiyor.

 

Ve tramvay gittiğinde, kadın bir başına kalıyor. Adam yok.

 

Etrafıma bakıyor ama sokak bomboş. Az önce yanında oturan, tramvayın sesiyle gelen, film boyunca konuşmayan adam, hiç olmamış gibi. Mavice bir sevgi, sinema kapısında asılı kalıyor. Bazen insan fazladan bir şehirde, az bir evin içinde, belki bir cümlenin arasında. Bazen bir sayfada, cam kenarında. Çokça bir fotoğrafta, bir bilette. Kapanankapılar, henüz gidilmemiş çay bahçeleri, belki bir vapurun ardında kalır.


 Kadıköy Sineması’nın ışıkları sönüyor. Kadın, tramvay yoluna bakıyor bir süre. Film afişi yavaşça elinden düşecek gibi oluyor, sıkıca tutuyor. İnsanlar omzuna çarparken bir iki itiveriyor. Herkesin gözlerine bakıyor. Bir ezbere onu biliyor. Adamı arıyor. Elleri havada asılı kalıyor sanki. Önce bir sağa sonra vapurun olduğu yöne doğru dönüyor ve ağır adımlarla uzaklaşıyor.

 

Karşıdaki kitabevinde Yavuz Çetin çalıyor. Kadıköy sineması, insanları kusmuş film sonrası. Fısıltılar yüklü bir kalabalık. Herkes yoluna dağılıyor. Şehir devam ediyor. Eylül, bir gece daha uykusuz kalıyor. Kediler, kendi halinde karşıdan karşıya geçiyor. Evlerin pencerelerinde ışıklar artıyor. Rüzgâr hesapsız. Saat…






Comentarios


bottom of page