top of page

Sinan Bengier İle Sanat Üzerine Röportaj

  • kibritfanzin
  • Dec 8, 2024
  • 16 min read

Updated: Feb 3

- Merhaba Sinan Bey. Nasılsınız?

S.B- Merhaba. İyiyim teşekkür ederim. Siz nasılsınız?

-Biz de iyiyiz teşekkür ederiz. Yolculuk biraz fazla yormuş sizi galiba. Bayağı yorgun görünüyorsunuz.

S.B- Yorulduk biraz, evet. İstanbul’dan Nazilli’ye geldik. Oradan Antalya’ya geçtik, Antalya’dan da buraya geldik. Yorgunluk normal yani.

- ‘Piknik Sepeti’ oyunu epey sevildi sanırım. Ben sosyal medyadan takip ediyorum, sürekli turnelerdesiniz.

S.B- Bu oyun hakikaten sevildi. Dün Antalya’da böyle bir salonda balkon da vardı. Aşırı bir kalabalık vardı. Akıl almaz bir tezahürat ve alkış aldık bitmedi. Tabii bizi de mutlu ediyor bu ilgi. Yorgunluğun gidiyor.

-Umarım aynı ilgiyi burada da görürsünüz. (Isparta)

S.B- Umarım. (Gülümsüyor)

-Oyunun başlamasına 1 saat kalmış. Ben sizin fazla zamanınızı almadan hemen sorularıma geçeyim.

S.B- Nasıl istiyorsanız.

-Öncelikle nasıl geçiyor 70’li yaşlar? Hayatınızın hangi döneminde olduğunuzu söyleyebilirsiniz?

S.B- Valla ben 20’li yaşlarda 50’li yaşlarımı merak ediyordum, 50’li yaşlarda 70’li yaşlarımı merak ediyordum, şimdi 76 oldum 80’li yaşımı merak ediyorum. İnşallah böyle biraz ayakta kalırız da o zamanı görürüz. Ama öyle çok da iddialı değilim dünyaya kazık çakmaya niyetim yok. ‘Her yaşın ayrı bir güzelliği var’ diye Ajda Pekkan’ın bir şarkısı var, hakikaten öyle. Yani 20’li yaşlarım dün gibi hatta 10’lu yaşlarım dün gibi ben unutmam pek geçmişimi. Ondan sonra 30’lu yaşlarımda biraz sıkıntılı geçti. İşte ayakta durmaya uğraşmak, evliliğin başı bir yerden bir paranın gelmesi gerekiyor, tiyatrodan gelmiyor. Eti Bank’a girdim ondan sonra, ama hiç şikâyet etmedim. Günde 18 saat çalıştığım 9 senem oldu. Bunun içinde yol yok, 6 saatin içinde yol vardı gidiş dönüş vardı. Hiç şikâyet etmedim yani bana biçilen hayat bu dedim. Sevdiğim işi yapıyorum dedim. Sevdiğin işi yapmak çok önemli bu ülkede sen dedin ya işimizi yapmak istiyoruz diye herkes sevdiği işi yapar inşallah. Sevdiğin işi yapmak çok önemli ya işine yansıyor.

- Umarız herkese sevdiği işi yapmak nasip olur diyelim ve diğer soruya geçeyim. Sizce yönetmenlerimizin ve oyuncularımızın ne gibi hataları olabilir ki çok fazla dünya çapında filmler ve oyunlar çıkaramıyoruz?

S.B- Ya bir de bu pazarlamayla çok alakalı bir şey. Şimdi dünya pazarına açılmak için herhalde o teknolojiyi yakalamak gerekiyor ki Türkiye’de o teknolojiyi kullanan o kadar güzel genç yönetmenler o kadar güzel montajcı çocuklar var ki akla zararlar hepsi. Mesela sinema okuluna gelen asistan kızlar özellikle ‘En Son Babalar Duyarlar’da çalışan asistan kızları çok takip ettim. İnan dünyanın en meşhur filmlerinde atlama diye bir şey vardır. Mesela elini şuraya koyarsın genelde biraz sonra buraya koyarsın kızlar onun farkına varıyordu. ‘’Sinan abi biraz daha önde duracak elin’’ diyordu. Şeyi seyrettim alıcı gözüyle çok önemli bir filmdi Mel Gibson’un şu İskoç kralı oynadığı ‘Cesur Yürek’ filmini.  Orada bile o kadar çok atlanmış ki el kol bağlantıları. Ama  ‘En Son Babalar Duyar’da hiç yoktu. ‘Çocuklar Duymasın’ın ilk zamanlarında da o iki kız vardı, böyle hatalar hiç yoktu.  Şimdi filmleri filmci gibi izlediğin zaman o kadar çok farkına varıyorum ki ha kravatta yanılabiliriz, bütün dünya yanılabilir ama ceketin renginde yanılamazsın. Çok iyi kostümcü kızlarımız var birazcık bu yaptığımız işi dünyaya duyurabilme meselesi var şimdi.  Amerika kalkıyor o kadar kötü bir film ki Oscarlık filmlerin mesela son 20 yılda çekilenleri 10 filmin 8’i kötü. He adamlar onları öyle bir pazarlıyorlar ki teknolojiyle falan, dünya gazetelerine yazdıracak mutlaka bir şey yapıyorlar. Bir de şu var onların eski bir sinemacısından dinledim. Yazarlardan, yönetmenlerden falan o da. Ben yaşa gelmiş artık dedi ifşa edeyim olayları falan. Adam Amerika’dan sana diyor ki bir kahve, meyhane sahnesi bul sana yardım edeceğim diyor. Parasal olarak yardım edeceğim diyor. İnsan içkiye alışsın istiyor, insanlar sigara içsin diyor, insanlar meyhanelere gitsin diyor. Marlboro destek oluyor, içki firmaları destek oluyor diyor, yani viskilerin adları söyleniyordu eskiden bakın dikkat edin. Amerikan sinemasında adam çarpışmaya başlar birbirine ateş eder saklandığı yer ya Marlboro’dır ya Coca Cola’nın arkasıdır. Oradan ateş eder ya da düştüğü yerde Marlboro vardır ve yahut Coca Cola vardır. Masada sigara varsa mutlaka Marlboro vardır. Adamlar böyle pazarlıyorlar kendini ve dünya sinemasını böyle yönlendiriyorlar. Eski filmlere dikkat et hepsinde mutlaka bir meyhane sahnesi var. Belki de toplumları sigaraya alıştırmak için. Amerika’da korkunç derecede içki ve sigara sanayisi var. İşte bizim Adıyaman tütünümüzü sattırmıyorlar. Şimdi benim 110 liraya aldığım tütün 290 liraya çıktı. Bana kilosunu 270’ten veriyor hani eski müşteriyim diye.  Marlboro 30 lira veriyor abi bu tütüne diyor. Senden alacak yıkayacak tekrar sana satacak. Dünyaya duyurabilmek lazım. Ciddi diyorum bilgisayar kurdu olmuş çocuklar var. Aktörlerimizin yurtdışındakilerden hiç bir eksiği yok. Üç tane yurtdışında filmde çalıştım. İki tane Hollanda’da, bir tane Almanya’da Hamburg’da. Her saniyenin sonunda alkış aldım. Ha çünkü duygulu bir milletiz. Yatalak bir adamı oynuyordum. Türk polisi olan kızın babasını oynuyordum. Kendi kardeşinin peşine düşüyor yani bir kardeşi mafya olmuş güzel bir hikâyeydi her seferinde yönetmen alkışlıyordu. ‘Nasıl yakalıyorsun bu duyguyu’ dedi. Dedim millet olarak biz duygulu milletiz. Bir de dedim seninkiler kaç kere okudu bilmiyorum ben senaryoyu 9 kere okudum. Buraya gelmeden önce Türkçe oynadım. Almanya’dakinde yer yer Almanca da konuştum. İnsan hayatına dokunan bir film çekersen mutlaka dünyaya pazarlarsın yeter ki hikâyeyi iyi yakalayıp iyi inceleme olsun. O kadar aktörlerimiz de iyi. Alman komşum var. Dublajlı filmleri acayip seviyor. Almanya’daki filmleri dublajlı seyredemezsin diyor. Dinleyemezsin diyor o kadar sönük kalıyor ki. O kadar Almanya’ya gittik anladığımızdan değil dublaj olduğu belli dinliyorsun kuru konuşuyor ama bizimkiler yaşıyor. Hakikaten olağan üstü dublajlı olan kardeşlerimiz var. İşte birisi vefat etti Köksal Engür, Alev Sezer bunlar yurtdışında olsalardı milyonları kazanacaklardı. Ha Araplar da mesela çok başarılılar. Benim bir filmim Arabistan’da oynadı. Dizide Kenan Işık’la falan oynuyorduk. İzledim yakaladım aynen benim ses rengimi yakalamış herif. Ali Yaylı var ona yolladım oradan becerdik aldık. Ali’nin sesinin de aynısı Ali dedi ki ‘Ya Sinan Arapça’mız çok iyiymiş bizim ya’. (Gülüyor) ‘Nasıl yakalamış nameleri’ dedi. Benim kendime has yani her aktörün de olduğu gibi bir mal satışım var ıhlarıyla, mıhlarıyla falan. Eslerimle falan o kadar güzel yakalamış ki herif Arabistan’da kendim konuşuyorum sandım valla. Ama yurtdışında seyrettiklerimde mesela kuruydu. Bizde bak dikkat edin küçük rollerde bile asılır dublajcılar. Dolaysıyla pazarlama çok önemli her işte olduğu gibi. Bak Ferhad siz yaşta çocuklar şimdi yönetmenlik yapıyor. Ben gidiyorum diyorum ki oğlum ya da kızım bana 55 yıllık oyuncu diye bir şey söylemezsen ben aynı enstrümanı çalarım. Bağlama mı çalıyorum bağlama çalarım ama sen beni çağırdığına göre bir filmimi seyrederken ben Sinan abiyi şöyle oynatırdım diye düşünmüşündür. Bunu bana söyle diyorum sen söylersen keman da çalarım ben anlıyor musun söyle bana diyorum çekinme söyle. Söylemeleri gerekiyor.

- Böyle düşünüyor olmanız ne kadar güzel bir şey.  Peki size gelmiş olan film veya tiyatro tekliflerinde nelere dikkat ediyorsunuz kriterleriniz var mı?

S.B- Ya kriterim çok fazla yok çünkü enstrümanı geniş oyunculardan birisiyim. Sokaktan ayağımı hiç çekmedim. Şuraya gelirken yürüyerek gelseydim en az on tane adamın yaptıkları kafamda kalırdı. Birinin sigara içmesi, birinin yürümesi, birisinin dükkânın önünde oturup etrafa bakması. Birinin yoldan geçen bir kadına çaktırmadan bakması falan hep bunlar benim kafamda fotoğraf makinası gibi kalır. O filme ben bir şey verebilecek miyim diye çok düşünüyorum. Burada benden önce girecek sahneyi öbür sahneye daha yükseltip taşıyabilir miyim diye düşünüyorum, yanımdakini eğer çok sevdiğim bazen çok sevdiğim rol kısa olur yanımdakini kendime birazcık çekebilir miyim. Yani söylemezsin de senin oyununa ayak uydurur, o sahne yükselir onu düşünüyorum mesela. Yeni biriyle oynuyorsam mutlaka önceden gidip bir sohbet ediyorum onunla. Aa sen misin karşımdaki çok sevindim diyorum. Bazen çok genç bir oyuncu senin karşında heyecanlanıyor. Oğlum rahat ol yirmi beş kere çekeriz diyorum otuz kere çekeriz rahat ol çünkü eninde sonunda yüzümüzü satacağız. Her rolü mutlaka öncesiyle sonrasıyla düşünürüm. Şimdi bir iş geldi üç bölüm oynayacağım. Pislik bir herif, kadınlara şiddet taraftarı ve üstelik bakkal. Biraz havaların sıcağına atılıyor kızlar hep büstiyerlerle falan gezecekler hepsine bakıyor herif. Pislik bir herifi oynamam gerekiyor. Bir yandan tüccarlığı var, bakkalı var efendi olacak bir yandan da öldürülmeyi nasıl hak edecek onu düşünüyorum. Tamam çözdüm büyük ihtimalle yönetmeni de kendime çekeceğim orada. Yönetmen hakikaten Sinan abiyi öldürün diyecek. Yani çok düşünürüm senaryoyu okumadan gitmem hiç. Ama şimdi tabi senede 50-55 tane senaryo geliyor. Ondan sonra sadece kendiminkileri okuyorum kesinleştiği zaman söyleyin hepsini okuyacağım diyorum. Çünkü bir anda o 55 senaryo birbirine giriyor.

- Cevat Kelle gibi unutulmaz bir karakter canlandırmış bir sanatçı olarak zaman zaman unutulduğunuzu düşündüğünüz oluyor mu?

S.B- Ya hiç öyle bir duygu yaşamadım. Ben tiyatroya başladığım zaman, televizyona çağırdıklarında işte 40’lı yaşların abisini oynuyorduk, amca oynuyorduk ondan sonra ben hayata dair çok şey düşündüm. Kendi hayatıma dair de komşularımın hayatlarına dair de. ‘Haa’ dedim şimdi başrol oynuyorum bir müddet sonra abi oynarken amcaya geçeceğim. Evde sürekli görünürken yan evdeki adam olacağım. Sonra dedim yaşlı bir adam gerektiği zaman çağrılacağım. Bu böyle devam edecek. Elbette herkesin bir dönemi var benim de bir dönemim var. Fakat bir şansım var benim dedim. Cevat Kelle ile şöhret oldum ondan sonra Çılgın Bediş geldi arkadan ikinci nesli yakaladım. Sonra bu Kemal Sunal filmleri ile o iki nesli de yakaladım. Çok eleştiri almama rağmen. Ama eleştirenler biraz zekâ yoksunluğu yaptılar. Dünyada her film üç kere, beş kere çekiliyor teknoloji değişiyor yeni aktörler geliyor. Yeni aktörler geliyor arkadan, o aktörlerle de kalkıyorsun yeni teknoloji ile yeniden çekiyorsun filmi. En sonunda bir gün bana televizyonda ‘Kızmıyor musunuz?’ diye sordular. ‘Kızıyorum ama kızdığımı belli etmiyorum’ dedim. Ayrıca benim Kemal Sunal’ın filmlerini oynadıklarım, Kemal’e dışardan adapte edilen filmlerdi. Yani dünyada böyle bir şey var. Allah rahmet eylesin çok erken bir ölümdü kendisi için. Benden 5 yaş büyüktü. Ondan bundan sormuşlar bunu Sinan halleder demişler. Cem Uzan’a,  ‘Ya benden seyretmeseler, Zaten Kemal’den yüz kere seyrettiler’ dedim. Ama sevdi insanlar ve hakikaten çok seyredildi. O zaman madem ben çıkacağım manken filan istemiyorum. Konservatuara gideceğiz dedim gençleri seçeceğiz mesleğini yapacaklar. Hiç olmazsa onlarda bir anı olarak ben kalayım Sinan abi ile çalıştık desinler. Onun haricinde de televizyondaki dizileri seyredeceğim oradan aktör seçeceğim, bunları istiyorum dedim. Ve çok iyi seçimler yapmışım hepsi şimdi bir takım dizilere çekiliyorlar.

- Tekrardan emeğinize sağlık diyelim. Ben de izlerken çok beğenmiştim. Peki konumunuz gereği hiç kendinizi mahrum bıraktığınız bir şeyler oldu mu?

S.B- Yok be ben çok fazla büyük özlemleri olan bir adam değilim. Öyle aşırı gezme merakım da, içme merakım da, gece hayatımdı falan filan yok. Hiçbir şeyden mahrum bırakmadım kendimi. Yaşantımı olduğu gibi devam ettirdim. Ne kahveden ayağımı kestim ne sahildeki balıkçı barınağındaki çay ocağından. İşte burada bile (Isparta) bir çay ocağım var otelin altında. Gelir gelmez oraya gidiyorum. Ondan sonra sokakta kaldırımda bile oturup yemek yediğim oldu. Benim setlerde hiç artı bir isteğim olmadı. Yılmaz Erdoğan’a dedim ‘Bak şöhret olacaksın dışardan ayağını çekme’ dedim. Daha şöhret değilken yanımızdaydı, çocuktu bize ‘’Olacak O Kadar’da’’ yazardı. ‘Bir gün şöhret olacaksın kaleminle olacaksın ama dışarıdan ayağını çekme’ dedim. Dışarıdan ayağını çeken aktör eski kafasındaki kalıpları kullanır. Oysa hayat değişiyor senin yürüme tarzın değişiyor. Şimdiki gençlerin konuşma tarzı değişiyor. Bunları her zaman gözlemlemen lazım. İşte bir filme taşıdım böyle bir şeyi ben. Sonra adamla karşılaştım ‘Ben bunu kullanıyordum Sinan bey’ dedi. Demek ki aynı otobüste karşılaşmışız dedim. Bir kere gençlerden birisi adama laf attı ‘Konuşma lan şiribim şiribom çocuğu’ dedi. O zaman ‘Şiribim şiribom’ diye bir parça vardı. Onu ben kullandım bir filmde hoşuna da gitti insanların. Dolaysıyla dışarıda malzeme var. Garsonun nasıl yemek getirdiğine bakıyorum mesela. Mutlu mu getiriyor, işini seviyor mu sevmiyor mu, ulan boyna bir şey istiyorlar mı diye böyle. Bunları suratından okuyorum artık. Çünkü öyle bir rol düşerse ben onu taklit edeceğim. Şimdi Ferhad sen gazetecilik yapacaksın karşına oturan birine bak şöyle bir adamın hayatı nasıldır falan filan diye. Bir, iki düşünürsün inan ki bir müddet sonra sen bu yöne bakarken oradaki bir adamın neler düşündüğü kafana yer edecek sen farkında bile olmayacaksın. Bir müddet sonra o tarzda bir hikaye yazacaksın, bir duracaksın ya ben bu hikayeyi bir yerde kurmuşum kafamdan diyeceksin. Bazen kendi oynadığım tiplere diyorum ki ya ben bunu bir yerde gördüm diyorum.  ‘Bana Bir Şeyhler Oluyor’daki’ Emrullah fenomen oldu.  O tip Cevat Kelle kadar sevildi. Sonra bir düşündüm aa dedim kendimi seyredince, bu bizim mahalledeki kapıcı dedim. Onun da adı Emrullah’tı sürekli taş ezen, yamru yumru yürüyen bir herifti. Ben Emrullah’ı taklit etmişim dedim. Arkadaşlar aradılar televizyonda oynayınca ‘Ya Sinan bu bizim mahalledeki Emrullah’ a benziyor’ dediler. Evet dedim o olmuş dedim. ‘Nasıl unutmadın ya?’ dediler. Beynim onu nakşetmiş. Farkında değilim senaryo gelince öyle bir adam yakışır herhalde dedi beynim.  Alıp sahneye koydum ve yakıştı. Dedim siz unuttunuz memur oldunuz ben unutmadım aktör oldum. Böyle bir iki tipim daha var.

- Bu arada hocam oyunculuktan ziyade Youtube de Agro TV de ağırlıklı olarak tarım ve çiftçilerle ilgili videolar çekiyorsunuz. Bu fikir peki nasıl ortaya çıktı?

S.B- Ya tarım benim merakımdı. Her televizyonda bahsetmişimdir bundan. Yani bu ülkenin toprakları verimli. En sonunda artık şeye döktüm işi bu ülkenin %70 toprakları boşken Arjantin’den niye toprak kiralarız, Somali ‘den niye toprak kiralarız, bir yığın ziraat mühendisi çıkıyor dedim. Bundan önceki oyunda anlatıyordum onu bir yığın ziraat mühendisi çıkıyor o çocuklar toprak tahlili yapabiliyorlar topraklarımızı o çocuklara tahlil ettirelim. Çünkü ben lisedeyken hakikaten sadece Polatlı orta Anadolu’nun buğdayını veriyordu. Ankara’lıyım, sadece Polatlı’da yetişen buğday orta Anadolu’ya yetişiyordu. Üç kere geçtik oradan Konya’ya gittik tarlalara villalar yapıyorlar. Geçenlerde Mansur Yavaş, inatla bağırıyordu; ‘Bu ülkeye dışarıdan buğdayı almayacağız. Çünkü tohum da artmaya başladı’ diye. Ya bu ülke çay alır mı dışarıdan ya 1970’de ben Karadeniz’e gittiğimde, bütün evlerin duvarları tütündü. Evlerin duvarına makara ipiyle gererlerdi tütünler orada kururdu, mısırlar orada kururdu. Fındık her yerdeydi. Yenge şuradan biraz fındık alalım mı derdik ilk turne zamanlarımızda. Kadın, ‘Siz çuvalı bana bırakın, ben size bir çuval vereyim’ derdi. Fındığa falan para vermezdik bu ülkede. Karadeniz’in her tarafı çaydı Türkiye’nin her yeri tütündü. Şimdi tütün kilosu 200-300 lira olur mu ya, her yer peynirdi bu ülkede. Dışarıdan mısır alır mı ya bu ülke? Bütün Karadeniz mısırdı. Çocuklar bu ülke zeytinin kıymetini bilemedi. Bakın Güneydoğuda da yetişiyor, Karadeniz’de de yetişiyor, Ege’de de yetişiyor, orta Anadolu’da da yetişiyor. Zeytin, sen beni dik bana iki ay su ver ondan sonrasını bana bırak diyor. Çünkü köklerini o kadar derine yollayan bir ağaç ki nem yetiyor ona. Kesme beni ben sana ömür boyu meyve vereceğim diyor. Ya, ceviz öyle kesme beni diyor ya sapla ben oradan çıkarım diyor ya taze cevizi al 5tanesini sapla 3 tanesini verir sana. Bu ülkeyi idare edenler hep sattılar. Karadeniz’in fındığını İtalyanlar alıyor, kavuruyor, üzerine ‘Pikola’ yazıp bize geri satıyor ya. Dünyanın en kıymetli meyveleri bizde yetişiyor. Gerçekten 1970’de coğrafya da bize yanlış mı öğrettiler dedim. Ya en sonunda bize öğretmenlerimiz yalan mı söyledi. Sami Öngör dedim, sahtekârlık yapıp yanlış mı yazdı coğrafya kitabını, Emin Oktay tarihimizi tahrif mi etti de yazdı. Bunları okuduk biz senelerce bize 30 sene yalan mı okuttunuz dedim. Ya, doğruydu gözümle tanık oldum. Çünkü Türkiye’de 68’den 70’den beri dolaşıyorum. Türkiye’yi ben o televizyonda böyle puntona getirip de Türkiye’nin kendine yeter bir ülke olduğunu anlatmaya başlayınca tarım televizyonlarının ilgisini çekti. Arkadaşım tarım programı yapalım Sinan abiyle demiş onlara. Tarıma olan merakından kabul ettiler seni dedi. Gittik konuştuk dedim benim dilim durmaz tarımda birtakım aksaklıklar var benim öfkelerim var dedim. ‘Sinan abi burası dünyaca çok önemli bir kanal. Azerbaycan’da da Bakü’de açıldı’ dediler. İstediğini söyle dedi Agro TV. Ben de ayıptır söylemesi bokunu çıkartmadım yani birtakım partileri hedef almadım. Ama tarım politikalarının kötü gittiğini, kötü adamların idare ettiğini, tarımla uğraşmaktansa bina dikmek istediklerini anlattım. O videoları seyredersen bu siyasi şeyin her şeyini yani fındık bahçelerimiz vardı ama çok şükür artık yerlerinde Avm’ler var diyorum. ‘Çok şükür’ deyince millet anlıyor çünkü tarzımı biliyor. Marmaris’te ormanlar yandığında da ‘neyse ki uçağımız yok söndüremedik’ dedim. Ama şimdi yerine tatil köyleri kuracağız oralar boş kalmayacak tabi dedim. Ama seyirci benim ne demek istediğimi anlıyor.

- Ben aynı zamanda Instagram’da da sizin kara mizah içeren videolarınızı görüyorum.

S.B-Öyle videolarım çok. Ayıptır söylemesi kendimi içeriye sokturtmayacak kadar hukuk bilgim var. Ama öyle kitabını okuyarak falan filan değil yani. Şu hukuken yanlış olabilir diye düşünerek.  Kişi hedefi yok onların hiçbirinde. Aaaa sizde mi yaptınız diyebilirim mesela. Hapishaneleri anlattım mesela izledin mi onu? Yani 1970-80 arası fıkralar diyorum, anlatıyorum. Ama her siyasetçinin sonu, bunların sonu hapishane olacak niye boyna modern hapishane yaptırıyorlar sanıyorsunuz, hiç olmadı yatarsak düzgün bir yerde yatalım diye. Seyredecek misin şimdi burada oynayacağımız oyunu bilmiyorum ama lafı sokuyorum bu oyunda da. Çok yakışıyor bu oyuna o laflar. Beyaz saçlı bir arkadaşımız var inerken görmüşsündür o yazdı oyunu kendi de oynuyor. Yani işte tarım merakımdan çağırdılar Agro TV’ye sevindim, çok da tutuldu. He Anadolu’ya çok gidiyorum mesela Erzurum’da acayip seyredilmiş, Van’da acayip seyredilmiş, Muğla civarına gittim, köylerde çocuklar koştu aa Agro tv’de ki amca geldi diye. Kimileri tabi herif geldi diyor. Hoşuma gidiyor bunca insana ulaşmak. Birde mesela soruyorlar ‘Paylaşabilir miyim?’ diye. Ya ben oraya açmışım herkese, saklım gizlim yok. İstersen al kendinde paylaş bunu Sinan Bengier’den yazmana gerek yok. Zaten konuşan Sinan Bengier (Gülüyor)

- Bence Youtube’daki videolardan ziyade Instagram’daki videolarınız çok daha sivri dilli. Şimdi şöyle bir durum da var bir yandan.  Bizde kara mizah yapmak biraz da cesaret talep eden bir iş oldu artık. Birçok sanatçı veya vatandaş artık susuyor, bu tarz konularda da bir şeyler konuşmak istemiyorlar. Siz sürekli bu tarz videolar çekiyorsunuz. Burada bir cesaret söz konusu. Cesaretinizi neye borçlusunuz?

S.B- Ben onlardan hiç çekinmiyorum. Ya dikkat ettiysen fıkra anlatıyorum diyorum, bunlar siyasi fıkralar. Çünkü rejimler siyasi fıkralar doğururlar. Süleyman Demirel döneminde yaptık biz, Ecevit döneminde yaptık, Türkeş döneminde yaptık Allah rahmet eylesin hepsine. Erbakan döneminde yaptık bu işi, Turgut Özal döneminde de yaptık. ‘’Olacak O Kadar’’ siyasi programdı. Ondan sonra bir tek Tansu Çiller şikayetçi oldu. Ona da parti engel oldu ses çıkartma diye. Mizah olarak Cumhurbaşkanı’na aptal diyebilir miyiz? Asla, zeki bir adam, zeki olmasa zaten 20 yıl bu ülkenin başında kalmazdı. Ama zekâsını mizaha kullansaydı, o kadar üstüne gitmeseydi o kadar üstüne gidilmezdi. Aa adam ciddiye almıyor bizi derlerdi daha yumuşak daha soft esprilerle olurdu. Ama sen mizah yapanların üzerine sert gidersen mizahın dozu da sertleşmeye başlıyor. Siyasetçiler eğer oradaysa eleştiriyi kabul edecek. Birisi kalkıp da, ‘Sinan abi şu filmde boktan oynamışsın’ derse eyvallah kardeş derim. Herkese beğendirecek bir şey yapamayabiliriz. Birisinin siyasi hayatına dokunabiliriz, siyasi görüşüne dokunabiliriz. Mesela bu oyunda bir iki tane şey yapıyorum bundan önce siyaset çok kullanıyordum, anlatıcı oynuyordum birilerinizi üzdüysem kırdıysam af ola diyordum. Ki mutlaka birilerinizi üzmüşümdür diyordum. Ses yoktu hepsi alkışlıyordu, yok suratımızın verdiği bir sempati var sinerji yaptığımız için verdiği bir avantaj var üstümüzde o avantajı zorlamanın anlamı yok. İsim vermeye gerek yok sen olayı anlat geç suratın senin her şeyi anlatır. Halk TV’yi kapatıyorlardı, ya bu kadarına gitmeyin ya. Bak dikkat et birtakım olaylar birbirine çok benzer. Bir futbol takımını çıkar hep yuhala mahalle takımı olsun Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin, Beşiktaş’ın karşısına çıktığını düşün yuhala, o amatör takımı beş çekeceğiz, altı çekeceğiz, yedi çekeceğiz söyle. O takım mutlaka Fener’i, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı yener gider. Üstüne gitmeyeceksin hiçbir şeyin. Üstüne gidersen insanlar vahşileşir ve saldırganlaşır. Kediyi köşeye bir sıkıştır bak ne yapıyor sana valla gözüne saldırır. Koca çoban köpeğini kovalayan kedi gördüm ben onun son çaresi artık ona saldırmaktır. Birebir isim vermeyeceksin ama eleştireceksin o da kabul edecek. Turgut Özal geldi sete Allah rahmet eylesin sette teşekkür etti. Ya bak hep anlatırım gençlere adam Mercedes yapabilir çok güzel ama birisi oturur içine işçilerden veya başka biri ya şuraya koyduğumuz dörtlü flaşörü şuraya alalım der. Çünkü adamlar geneli yaparken ayrıntıyı atlayabilir. Siyasetçiler genel yapar ayrıntıyı vatandaş düzeltir. Siyaseti eleştirirken ayrıntısını eleştiriyoruz. Biz kardeşim siz darbe yapacaksınız demiyoruz ki, sen portakal satan adamı topluyorsun ama o akşam eve gittiğinde portakalları toplandığı için çocuğuna söz verdiği defteri götüremiyor. 20 yıldır ben Cumhurbaşkanı’nın ağzından sevgi dolu sözler duymadım, 40 yıldır Devlet Bahçeli’nin ağzından sevgi dolu sözler duymadım. Bunları yazabilirsin ha hiç sorunum yok ciddi diyorum. Yani bir siyasi liderin sevgisini görmem gerekiyor nefretini değil, nefretini frenleyeceksin. Ben sana oy veriyorum seni eleştirme hakkım da var. Bilet alıyor, çıkarken de diyecek ki ya boktan oyun ya para verdiyse bunu söyleme hakkı var, ben sevmedim oyunu deme hakkı var. Bak tiyatroda bir laf vardır duydunuz mu bilmiyorum ama önemli bir laftır. ‘Kulisinde huzur olan tiyatronun sahnesinde mutlaka başarı vardır’ diye. Mecliste huzur olursa bu ülkede huzur olur. Çocuklar, meclis tiyatronun kulisi. Biz seçip getirmişiz kavga etmeyin ya, etmeyin ya, “yapamadım” deme faziletini gösterin. Bir insan her şeyi yapacak diye bir şey yok benim de rolü kötü oynama hakkım var. Ama yanlış yorumlama hakkım yok o benim tarzım değildir ya da o rolü oynamak istememişimdir. Ama yorumum doğrudur, kötü oynuyorumdur. İyi bir siyasetçisindir ama kötü idare ediyorsundur. Her İçişleri Bakanı, Tarım Bakanı olur diye bir şey yok. Her iyi Tarım Bakanı, İyi Spor Bakanı olur diye bir şey yok, her iyi oyuncu iyi yönetmen olur diye bir şey yok. Bak ben yönetmenlik yapmayı sevmiyorum. Ama Ahmet yönetirken ya şurayı şöyle mi oynasan acaba diyorum. O benim profesyonelliğim. Hem seyirci hem de 50 yıllık tecrübemden, şurada bir s vermen gerekiyor diyorum. S ver ki hem sen bir soluk al hem de söylediğin lafı seyirci kavrasın, alkışlayacaksa alkışlasın şap şap gelsin sen bir soluk alırsın. Tecrübemi koyarım ama baştan sona bir oyun yönetemem. Her siyasetçi ülkeyi iyi idare edecek diye bir şey yok abi bizde Tarım Bakanlığından alıyorlar Enerji Bakanlığına getiriyorlar, Enerji Bakanlığından alıyorlar Maliye Bakanlığına getiriyorlar. Lan bunlar bu kadar mı yetenekli ya. La ben iyi gitar çalıyorum diye iyi bağlama, iyi ud, iyi piyano çalacağım diye bir şey yok. Biraz geniş olacak siyasetçi, bak oyunumuz yasaklandı.  Oyun üstü kapalı Süleyman Demirel’i anlatıyordu. Seyirci yer yer ha burası Süleyman’ı anlatıyor diyordu. Ecevit yasakladı. Süleyman Demirel’e ayıp oluyor diye.  Süleyman duydu ‘Ellemeyin çocukları’ oynasınlar dedi. Zeki, zekasını gösterir. Şu kadar salondu, şunun yanında onar tane koltukları var küçük bir salon 200 kişilik. Salon Kırıkkale’de, 200 kişiye ben siyaset yapsam ben Süleyman’ı yıkabilir miyim? Ya o 200 kişinin oyunu kaparsa? 200 kişiye siyaset yapsan millet alkışlar, biter.  Ama oyunu yasaklarsa, Süleyman biliyor ki ertesi gün Cumhuriyet gazetesi yazacak, tiyatro dergileri yazacak Ankara’da ki Barış gazetesi, Ulus gazetesi yazacak, o zaman herkes duyacak. Zekasını gösteriyor burada.

- Konumuza tekrar geri dönelim. İyi bir sanatçının formülünü bizimle paylaşır mısınız?

S.B- Ya ben tavrımla iyi bir sanatçı olarak görünüyorum insanlara. Oyundan sonra da göreceksin birtakım insanlar fotoğraf çektirmeye kalıyor. Yani ‘Yorgunsunuz’ diyor, yok diyorum. O fotoğraf çekileceğimi bildiğim için enerjimin bir kısmını saklıyorum diyorum. Eğer ben buraya kadar gelmişsem o da cebinden şu kadar bilete para verip beni seyretmeye gelmişse o fotoğrafı çektirme hakkı var. Bulunduğumuz yer kendimizi, hiçbir zaman başka insanlardan daha üstün görmemizi gerektirmiyor. İşimiz gereği insanlar bizi tanıyor ekrandan gördüğü kadarıyla seviyor o sevgiyi bir günde kaybetmenin anlamı yok.  Belki de 15-20 bin kişinin cebinde benim telefon numaram özellikle Isparta’da çok kişide var. Bizde zirveye çıkmak çok kolay, zirvede çok adam var genç oyunculara söylüyorum. Oğlum bak oraya çıkmak çok kolay ama bir gün bir polise laf edersin, alkollü birisine musallat olursun, oradan küt diye inersin. Oraya çıkmak kolay hakikaten kolay. Ha bir işte iyi davranırsın, bir yerde bir bıçkınlık yaparsın kızı kurtarırsın, yoldan bir çocuğu çekersin ezilmesini engellersin ya da bir dizi de çok iyi oynarsın, yakalarsın zirveyi ama onu korumak çok önemli. İkinci şarkısında yok olan dünya kadar şarkıcı var bu ülkede. Burak Kut var mesela efsane oldu, her yerde onu seyrediyordu insanlar. İkinci CD’de gümledi. Çünkü havalimanında gidiyor, fotoğraf çektirecekler insanlar korumaları koruyor izin vermiyor. Lan kimsin 18-20 yaşında çocuksun. Bana çok sordular ‘korumaların nerede’ diye. Kimden koruyacak lan beni dedim. Bir tane tiyatrocu var mı kendisini korutan, korumayla gezen bir tiyatrocu var mı dedim. Bunu sormanı bile bir süre sonra sinemaya ya da sahneye taşıyacağım, ‘Abi senin koruman nerede?’ diye. Duyuyoruz tabi ki gittiğimiz belediyelerden, gittiğimiz şehir insanlarından ‘Siz niye sokakta yürüyorsunuz?’ diyorlar.  Ya bilmem kim geldi diyor konserini izledik diyor salonun içine arabasını soktu bindi çekti gitti diyor.  Yapmayın bunu ya bir gün şeye söyledim Çelik’e söyledim Hakan Peker filan hep Kuşadası’ndaydık. Ferdanur çok seviyordu beni ‘Sinan abi nasıl dolaşıyorsun dışarıda’ dedi. Çok kolay dedim. O konser havası, o konserden sonra sana saldırabilirler. Konserden sonra ertesi gün Kuşadası’nda yürü dedim 5 kişi gelir, ‘Abi seni dün dinledik bir resim çektirelim mi’ der. İkinci gün yürürken ‘Aa bu her gün geziyor’ derler. O konserin arttırdığı adrenalinden sana saldırıyor. He Kenan Doğulu dışarıda çok rahatlıkla dolaşıyor çünkü yanımızda yetişti ya. Kaçmanın anlamı yok dedim. Ya nereye kadar kaçacağız her kaçış kendi hayatını engellemektir. O zaman kendi evinde oturursun, kendi villanın bahçesinde gezersin, kendi müzisyen arkadaşlarınla gezersin başka bir dünyan olmaz ama dünya çok çeşitli sırf çevremizle değil asla. Dışarıdan ayağını kesmeyeceksin. Şimdi ben bir gün sahnede teklemeye başlayayım, unutmaya başlayayım, ezberlemekte zorlanayım 55 seneyi çöpe atmam. Kusura bakma unutmaya başladım demek ki. Kafa gidiyor yavaş yavaş ben kafam yerinde olduğu zaman geleyim sizin provalarınıza yardım edeyim derim. Bırakacaksın abi 55 seneyi neden çöpe atayım ya. Sahnede böyle seyirciye bakıp kaldığımı düşünsene. Allah vermesin kimseye bu da bitmiş diyecekler. Ben derim ki, yoruldum artık ezberlemekte de zorlanıyorum kusura bakmayın ben bırakıyorum derim. Son oyunda çıkarım herkes sosyal medyasında bu lafları paylaşabilir. Yoruldum, unutkanlık başladı, tempom eskisi gibi değil bırakıyorum derim. Tempom düştüğü zamanda bırakırım çünkü canlı oynamam gereken yerler var. Tamam 55 sene rağbet gördüm ama şimdi o rağbeti dışarıdan ‘Sinan abi n’aber seni özledim’ desinler yetecek. Hepimiz ekranın şansını taşıyoruz, ekranda insanların tanımasının şansını taşıyoruz. Bunu kullanma hakkımız yok. Mesela dikkat edin televizyonlarda değerli bir sanatçımızı kaybettik diyor. Bütün televizyonlarda onun hayatı anlatılıyor bütün cenazesi gösteriliyor. Diyorum ya bu ülkede bugün belki beş tane profesör öldü dört tane profesör doktor öldü çok iyi bir hukukçu öldü onlardan bahsedilmiyor. O gün bir kişi ölmüşken belki on beş tane çok daha değerli insanlar öldü çok daha değerli demeyeyim hadi değerli insan daha öldü. Bizimki nerden bakarsan bir eğlendirme sektörü ama hayat kurtaran insanlar gitti geleceğini kurtaran yargıçlar gitti belki onlardan bahsedilmiyor. Ya çocuklar diyorum her gün bu ülkede değerli bir yığın insan ölüyor biz tanındığımız için televizyon anlatıyor bizi. Popçu olmamış, piyano çalmış sadece hayatı boyunca beste yapmış o ne bestekâr bilmem kim şu, on beş parçasını çok sevmiştik diyor gidiyor adam. Önceden haberimiz bile olmamış o parçaları onun bestelediğinden.

-Sohbetinize doyum olmuyor ama oyunun başlamasına çok az kalmış. Hem bize zaman ayırdığınız için hem de soruları, samimi ve içten cevapladığınız için çok teşekkür ederiz. Sizinle röportaj yapmak çok keyifliydi.

S.B- Yok yok estağfurullah, bu işlerde çenem iyidir. Üniversitedeki arkadaşlara da çok çok selamlar. Ben teşekkür ederim.



Comments


bottom of page