top of page

Nurettin Mehtihanlı ile Tiyatro Üzerine Röportaj

  • kibritfanzin
  • Mar 11
  • 26 min read

Nurettin Mehtihanlı, Azerbaycan tiyatrosunun sahnesinde iz bırakan, yetenekli ve çok sevilen bir oyuncudur. Sahnede sergilediği performanslar ve karakter derinliği ile izleyicilerin kalplerinde taht kurmayı başarmıştır. Kendine has üslubu ve etkileyici oyunculuk yeteneği ile tanınan Mehtihanlı, Azerbaycan tiyatrosunda önemli bir yere sahiptir.Kariyeri boyunca çeşitli önemli oyunlarda rol almış, farklı karakterleri başarıyla canlandırmıştır. Her rolünde izleyicisine farklı bir hikaye sunarak, duygusal bir bağ kurmayı başarmaktadır. Sahnedeki enerjisi, profesyonelliği ve sanatına olan tutkusu ile Nurettin Mehtihanlı, Azerbaycan tiyatrosunun geleceğine yön veren isimlerden biri olarak anılmaya devam edecektir. İzleyicileriyle kurduğu güçlü bağ ve sahnedeki etkileyici duruşu ile Azerbaycan tiyatrosuna olan katkıları, onu unutulmaz bir sanatçı haline getirmektedir. Bizlere değerli zamanını ayırdığı için kendisine tekrardan teşekkür ediyoruz.


*BU RÖPORTAJ, AZERBAYCAN TÜRKÇESİNDEN TÜRKÇEYE ÇEVRİLMİŞTİR. RÖPORTAJIN DOĞALLIĞINI KORUMAK AMACIYLA BAZI KELİMELER, AZERBAYCAN TÜRKÇESİNDEKİ BİÇİMLERİYLE BIRAKILMIŞTIR.


-Nurettin Bey merhaba.

N.M-Merhaba

-Nasılsınız?

N.M-İyiyim teşekkür ederim. Siz nasılsınız?

-Ben de iyiyim teşekkür ederim. Müsadenizle ben sorularıma geçmek istiyorum.

N.M-Buyurunuz.

-Tiyatroda bazen sözler yeterli olmuyor, bu boşluğu neyle dolduruyorsunuz?

N.M-İnsanoğlunun, toplum, çevre ve diğer insanlar için ilgi çekici hale gelebilmesi için, önce dış görünüşlerinden çok iç dünyalarını daha zengin hale getirmeleri gerekiyor. Kendini geliştirmiş, kendini yetiştirmiş, insanları anlayabilen bir insanoğlunun daha fazla söz söylemesine de ihtiyacı olmaz. O, insanları anladığı gibi hissettiği ve duyduğu gibi başkalarına da hissettirebilir ve duyurabilir. Bu nedenle bazen kelimelere ihtiyaç duyulmaz.

-Azerbaycan seyircisi bunu tam olarak hissedebiliyor mu?

N.M- Kesinlikle, Azerbaycan seyircisinin yüz elli beş yıllık profesyonel tiyatro tarihi vardır. Ve 100 yıldan fazla bir sinema tarihi vardır. Azerbaycan izleyicisinin yüz elli beş yıldır seyrettiği profesyonel tiyatro, tam anlamıyla Azerbaycan'da, Azerbaycan sanatçıları tarafından yaratılmıştır. Tiyatro kültürü, Azerbaycan'dan Türkistan'a, Anadolu'ya, Irak'a ve İran'a taşınmıştır. Bu nedenle, Azerbaycan seyircisi, tiyatro için yeterince yetişmiş bir seyircidir. Biliyorsunuz ki, tiyatro sanatı bazen bazıları tarafından bir eğlence, ya da bir okul gibi, bir mabet gibi sunuluyor. Ancak tiyatro sanatı, insanı öğrenen, dünyayı öğrenen ve insan öğreten aynı zamanda dünyayı kavraması için çok ciddi bir araçtır. Bu sanatın en önemli silahı da oyuncudur. Oyuncu aracılığıyla tiyatro, insanların kaderine, ruhuna, hislerine ve duygularına dokunur. Ve eğer daha derin düşünürsek, Tanrı'dan sonra "yaradan" kelimesinin en çok ait olduğu sanat belki de sahne sanatıdır. Yazarın yazdığı bir kitap, kâğıt sayfalarının üzerinde yazılı olan kelimelerden ibarettir. İnsan okur ve oradan kendi düşüncesine, duygularına göre o eseri anlar. O eserin dünyasına girer. Ama dışarıdan bakınca, sadece cansız bir kitaptır. En güzel heykeltıraşın yarattığı anıt, uzaktan güzel bir sanat eseridir. Ama yanına gidip dokunduğunda, taş olduğunu, soğuk ve cansız olduğunu görüyorsun. Dünyanın en değerli resim eseri, uzaktan bakınca güzel bir sanat eseridir. Örneğin Settar Behlulzade’nin, Van Gogh’un, Toğrul Nerimanbeyov’un, Michelangelo'nun eserleri uzaktan çok güzeller. Ama yakından baktığında, sadece çerçeve ve tuval parçalarından, renklerden ibaret olduğunu görürsün. Canı yoktur. Fakat oyuncunun yarattığının canı vardır, nefesi vardır. Bakıyor, konuşuyor, elini tutuyorsun, elleri sıcacıktır. Canlıdır. Herkes sadece kendi ömrünü yaşıyor. Bir öğretmen, bir doktor, bir memur kendi ömrünü yaşıyor. Bu mesleğin özelliği de şudur ki, oyuncu her gün başka bir kader ve ömür yaşıyor. Acıları, sevinçleri, sevgileri ve nefretiyle her gün farklı bir ömür yaşıyor oyuncu. Ve onun tüm ömrü, sanatı ve dünyası her gün yeni insanlar yaratmak ve yeni insanlara sunmaktır. Bu yüzden tiyatro sanatı sıradan bir sanat değildir. Tiyatro sanatı, seçilmişlerin yarattığı ve seçilmişler için yaratılmış bir sanattır.

-Oyunculuğunuz özel hayatınızı ne yönde etkiliyor? Oyuncu olmanın sizdeki manevi ve duygusal değişimi nelerdir?

N.M- Ben sanatımı kullanarak kimsenin söyleyemeyeceği sözleri izleyiciye iletiyorum ve onunla dertlerimi paylaşıyorum. Her gün sahneye çıktığımda acılarımı, dertlerimi ve sevinçlerimi paylaşıyorum. Ben seyircimle hem dertleşmeye, hem de sohbet etmeye çalışıyorum. Her gün oraya çıktığımda, mensubu olduğum ülkeye ve millete faydalı olmaya çalışıyorum. Orada bulunan 600-700 insandan birinin ruhuna iyi anlamda dokunabiliyorsam, o gittiğinde içinde sıcak bir şeyler götürebiliyorsa, bu benim ömrümün ve hayatımın boşuna geçmediğinin göstergesidir. Bu sanat aracılığıyla aileme ekmek götürüyorum. Oyuncu olmak, tanınmak, ün sahibi olmak aynı zamanda kendine belirli yasaklar koymak demektir. Sen kendi istediğin gibi yaşama hakkına sahip değilsin. Sen mensubu olduğun sanatın onurunu ve şerefini korumak zorundasın. Nefsinle ilgili her insanın yapabileceği bazı şeyler var, sen onları yapamazsın. Çünkü seni sanatçı olarak görüyorlar. Her gün çıktığın yer, salondan 1 metre 30 santim yüksekliktedir. Sen yukarıdasın ve bunu her zaman koruyup saklamalısın. Çünkü koruyamazsan seni yukarıdan ayaklarının altına atabilirler. Sen kim olduğunu, nereden geldiğini bilmelisin. Bazen bana "Siz bu yaşa kadar yüzlerce rol ifa ettiniz, bu gücü nereden alıyorsunuz?" diye soruyorlar. Ben de diyorum ki, bunu atalarımdan, köklerimden alıyorum. Ben bir Türküm, ben Türk'ün Avşarlarındanım, bu dünyaya kültür ve ahlak getiren bir milletin temsilcisiyim. Ben babamı, atamı, atalarımı tanıyorum ve onlara layık olmaya çalışıyorum. Kökümden kopmamaya çalışıyorum. Hangi mesleğin sahibi olursan ol, fark etmez. Eğer kökünden kopmuşsan, senden ne isterlerse onu yapacaklar. Sen başkalarının oyuncağı olacaksın. Ama eğer köklerine yaslanarak bugünü ve yarını kuruyorsan, her zaman kendin olacaksın. Ben Azerbaycan tiyatrosunun Nurettin Mehtihanlı’sıyım. Ve bu yüzden inandığım ve başkalarına öğretmeye çalıştığım bir hayatım var ve bu hayatımdan çok memnunum. Ben bu şekilde yaşadım ve bu şekilde yaşayacağım. Benim için hayatta ne şöhret var ne de birilerinin beni parmakla göstermesi. Beni bir insan olarak Tanrı yarattı ve dedi ki, "Ben seni faili muhtar yarattım, hem de dünyanın en eşrefi olarak yarattım." Ben misyonumu biliyorum, sadece. İnsanların geldikleri belli, geldiklerinde yükümlülükleri yok ama artık yaşadıkları ömürlerinde yükümlülükler alıyorlar. Ve gittiğinde de onlardan sonra amelleri kalıyor. Benim şöhretim yok, amelim kalacak. Ben kimdim, nasıl yaşadım, ne kadar mensup olduğum millete, aileme ve çocuklarıma ne kadar faydalı olabildim. Benim için önemli olan budur. Yoksa geriye kalan her şey boş ve manasızdır. Dünyada o kadar değerli şeyler var ki, onları anladığında değer olarak kabul ettiğimiz birçok şey, değer olarak gözünden düşer. Artık dünyaya farklı bakıyorsun. Benim için en güçlü, onurlu, asil atalarının çocuğu ve devamcısı kimdir biliyor musunuz? Nefsine sahip olmayı başaranlardır. Bir millet ya da bir birey nefsine sahip olamazsa, onun sonu yoktur. Ama nefsine sahip olabiliyorsa, ahlak sahibidir; o her şeyin sahibi olacaktır. Geçmiş tarihimize baktığımızda, gün batmadan gün doğana hükmederken hangi ahlakın sahibi olduğumuzu görürüz ki, gün doğduğunda gün batana hükmediyorduk? Sonradan başımızdan geçen tüm belaların, başarısızlıkların, bölünmelerin sebebi nefsimize sahip olamadığımızdandır. Eğer yeniden kendi kaderimizin ve tarihimizin sahibi olmak istiyorsak, Türk milleti olarak atalarımızın yaşam tarzına dönüp bakmalıyız. Nefsimizin sahibi olmalıyız. Milli manevi ahlaki değerlerimize sahip çıkmalıyız. Ancak o zaman kaderimizin ve tarihimizin sahibi olabiliriz.

-Az önce ‘Oyuncu olmak bazen de kendini bazı şeylerden kısıtlamaktır’ dediniz. Peki siz ünlü oyuncu olarak kendinizi nelerden mahrum bırakıyorsunuz?

N.M- Bir kere istediğin gibi yaşayamıyorsun. İstediğin zaman dinlenemiyorsun, ailenle bir yere gidemiyorsun. Ailene ve çocuklarına yeterince zaman ayıramıyorsun. Düğünde, cenazede olamıyorsun. Senin iş grafiğin, mesleğin öyle bir meslek ki, onun kesin bir zamanı yok. Mesela öğlen 13.00-17.00 arası veya akşam 18.00-21.00 arası vb. mesai saatlerimiz olmuyor. Bazen 24 saat aktif olarak işinle ilgilenmek zorunda kalabiliyorsun. Prova yapıyorsun, sonra oyunu oynuyorsun, gece çekimlerin var. Sabah erken bir etkinliğin var, öğlen bir şehre veya ülkeye turnen var gidiyorsun. Yani bu sanatın aldığı şeyler var. Sağlığını, zamanını, ömrünü gibi şeyleri alıyor. Dünyanın iyi anlamda tüm lezzetlerini yaşama imkanından mahrumsun. Ama vereceği şey de odur ki, herkes tarafından tanınıyorsun. Tanıdığın ve tanımadığın insanlar sana selam veriyor. Sana teşekkür mesajları yazıp, gönderiyorlar. Bir yere gittiğinde, bir işin olduğunda seni saygıyla, hürmetle karşılıyorlar. Ben köy çocuğuydum; bir öğretmen olup öğretmen ömrü yaşayıp ölebilirdim. Dünyamı değiştirdiğimde de öğrencilerim, yakın akrabalarım ve ailem benim bu dünyadan göçtüğümü bilecekti. Ama bu köy çocuğu, ömrünün gençliğinin sağlığının bir kısmını verdi ve karşılığında da Nurettin Mehtihanlı oldu. Ve bir gün ben bu dünyadan göçüp gittiğimde, benim gittiğim fark edilecek. Bundan büyük ne olabilir bu dünyada; senin gittiğin bilinsin, senin yerin görünsün. İnsanın gerçek ömrü bu fiziksel ömrü değil. Bu fiziksel ömür bitiyor. İnsanın daimi ömrü, fiziksel ömrü bittikten sonra başlıyor. Ne şekilde? Amelleri vasıtasıyla, sen hangi amelleri bıraktın, hangi izlenimleri bıraktın. Senin asıl ömrün orada başlıyor. Bu çalıştığım, çarpıştığım, kendimi bu şeylerden mahrum etmeyi göze aldığımın sonucu karşılığında ben gittiğimde benim yerim görünecek. Ve ben hatırlanacağım. İyiliklerimle, kötülüklerimle hatırlanacağım. Bizim her birimizin ömrü, biliyor musunuz ne kadar? Hatıralarımızın ömrü kadar. Biz ne kadar hatırlanıyorsak, bizim ömrümüz o kadardır. Bu nedenle, evet bu hayatta fiziksel olarak yaşamak çok güzeldir. Dünyanın güzellikleri, Tanrı'nın yarattığı her şey; nehir, deniz, orman, temiz hava, çiçekler, güzel lezzetli yiyecekler, iyi dostlar, ne bileyim, güzel kadınlar, her şey güzeldir. Allah, insanın yaşaması için bu dünyayı mükemmel yaratmış. Ama bunun bir süresi var; 20, 30, 50, 70 yıl, 100 yıl olsun ama bitiyor. Asıl hayat, ondan sonra başlıyor.

- Siz hatırlanmaktan bahsettiniz. Ben unutulmakla ilgili bir soru yazmıştım Hiç tiyatroda unutulduğunuzu düşündüğünüz oldu mu? Bir gün unutulursanız bu unutkanlığı adil bulur musunuz?

N.M- Ben hiç bu konuyu düşünmedim, düşünmüyorum da. Benim öyle aman unutulacağım korkusu yaşamadım, yaşamıyorum da. Benim öyle bir sendromum, korkum yok. Ben işimi yapıyorum, bu ömrümde faydalı olmaya çalışıyorum. Her gün okuyorum, her gün öğreniyorum. İyi örneklere gidip bakıyorum, kötü örneklere de bakıyorum. İyi eserleri de okuyorum, ortalama eserleri de okuyorum. Farklı insanlarla görüşüyorum, çeşitli renkli etkinliklerde bulunuyorum. Dünyayı geziyorum, insanlarla temas halindeyim. Bütün bunların içinde yaşadığım hayatın bu yoğun ve çok gergin akışında hiç unutulacağımı düşünmüyorum. Ben işimi yapıyorum. O karar benim değil, ben bu dünyadan gittikten sonra unutulacaksam demek ki unutulmaya layıkmışım ki unutulmuşum. Unutulmayacaksam demek ki bir şeyler yapmışım ki hafızalarda kalmışım. Aslında demek istediğim şey şudur: Eğer siz unutulmak istemiyorsanız, yaşadığınız topluma, millete, insanlığa faydalı olacaksınız. O zaman insanlar sizi unutmayacaklardır. Evet, bugün Hitler'i de unutmuyoruz, Türk milletine ihanet edenleri, onları arkadan vuranları, Türk milletine şerefsizlik edenleri de unutmuyoruz. Toprağımıza göz dikenlerin ihanetini de unutmamışız, unutmayacağız. Evet, bunları da unutmayacağız o ayrı. Ama ben Nurettin Mehtihanlı olarak unutulmak hakkında hiç düşünmedim. Neyi hak ediyorsam onu da kazanacağım.

-Açıkçası ben de kolay kolay unutulacağınızı düşünmüyorum. Bir rol üzerinde çalışırken karakterin psikolojisini daha iyi anlamak için hangi yöntemleri kullanıyorsunuz?

N.M- Bizim oyuncu olarak işimiz, eğitim aldığımız dönemde ve sonraki süreçte sadece oyunculuk sanatını öğrenmekten ibaret değildir. Dünya edebiyatını, tarihini öğreniyoruz. Aynı zamanda psikolojiyi de inceliyoruz. Ben her zaman 30-40'lı yılların tiyatrosunda çalışmanın çok kolay olduğunu düşünmüşümdür. Orada sadece metin ezberlemek vardı, derinliğine inmek yoktu. suflör vardı, aşağıdan söz veriyordu oyunculara ve oyuncular de oyunu oynuyorlardı. Bu nedenle her gün bir oyun oynayabiliyorlardı. Çünkü orada metni ezberlemek ve metin üzerinde çalışmak prensibi yoktu. Büyük bir zeka ve entelektüel düzey gerekmiyordu. Ama şimdi 21. yüzyıldayız. Yüksek teknoloji çağındayız, herkesin elinde bir telefon var. Bir tuşa basarak dünyanın her yerinde, her tür oyuna ve filme erişebiliyorlar. Günümüzde tiyatro oyuncusu, bu imkanlara sahip olan izleyiciyi etkileyebilmek için önce nasıl olmalıdır? O izleyiciden her zaman bir adım önde olmalıdır. Bilgisi, entelektüel düzeyi, aklı ve okuma alışkanlıkları ile. Bugünün oyuncusu tarihçi, filolog, filozof, ressam ve bilim insanı olmalıdır. Sporcu, psikolog ve manipülatif olmalıdır. Çünkü insanı öğreniyorsun, insan karakteri yaratacaksın. Bu nedenle o kadar hazırlıklı olmalısın ki, sana bir rol verildiğinde o rolün yaşadığı zamanı ve tarihini öğrenmelisin. Örneğin, 12. yüzyıla ait bir oyun sahnelenecekse, o dönemin toplumsal ve siyasi olaylarını bilmelisin. O dönemin davranış kurallarından, giyiminden haberdar olmalısın. Şimdi bakın, oyuncu olmak ne kadar zor. Oyuncu olmak, bu dünyada var olan tüm mesleklerden en azından orta seviyede, belli bir düzeyde bilgi sahibi olmayı gerektirir. Ama tarih, filoloji, edebiyat, psikoloji ve mantık biliminin tam anlamıyla uzmanı olmalıdır. Çünkü o insanla çalışacak, insan karakteri yaratacak ve insanların karşısına çıkacaktır. O derece inandırıcı olmalı ki, 21. yüzyıl insanını etkileyip peşinden sürükleyebilsin. Bugünlerde tüm dünyada yapay zeka bir tutkuyla karşılanıyor. Yapay zeka ne diyorsa, doğru olduğunu düşünüyorlar. Çünkü akıllı. Ama farkında olmuyorlar ki, bu yapay zekayı yaratan insandır. Demek ki insan, istediği zaman yarattığı şeyin sahibidir. Oyuncu da böyle olmalıdır. Bugünün oyuncusu, yapay zeka ile savaşabilen ve ona üstün gelecek yetenek ve entelektüel kapasiteye sahip olmalıdır ki, günümüzdeki insanlarda oluşan yapay zeka tutkusunun önüne geçebilsin. Ondan daha ilginç olabilmeli, dünyayı ve insanı daha farklı bir şekilde gösterebilmelidir. İşte o zaman daha ilgi çekici olacaksın. O zaman bu sanat yaşayacak. Çünkü tiyatro canlı bir sanattır. Binlerce yıl boyunca var olmuştur. İnsanın yaratıldığı günden itibaren tiyatro ve oyun ortaya çıkmıştır. İlk insanlar, avlanmaya gitmeden önce kayalara hayvanların resmini çizer, sonra durup ses çıkararak mızrak atarlardı. Av sahnesini oynarlardı. Demek ki tiyatronun kökeni oradan başlamıştır. Biz profesyonel tiyatro tarihinden bahsediyoruz, ancak tiyatronun tarihi insanın varoluşu ile başlar. Daha ben milli oyunlarımızdan bahsetmiyorum. Bu nedenle, bugün dünyayı yalnızca akıl ve zeka ile kavrayabiliriz. Ve 21. yüzyıl, bundan sonraki dönem aklın ve zekanın çağıdır. Orada var olmak isteyen milletler ve yaşama hakkı olan sanat sahipleri, bunun ciddiyetinin farkına varmalıdırlar.

- Küresel meseleler veya yerli problemler tiyatroyu nasıl etkiliyor? Günümüzdeki tiyatro sorunları rahat bir şekilde sahneye aktarılabiliyor mu?

N.M- Bence asıl önemli olan konu şu ki, günümüzde küreselleşme üzerine konuşuluyor, fakat eğer yarın küreselleşen bir dünyada benim dilim, benim kültürüm olmayacaksa, bana o küreselleşen dünya lazım değil. Kim bunu küreselleştiriyor? Kim bizi kökümüzden ayırıyor? Kim yeni bir kazan yapıp herkesi oraya koymak istiyor? Düşünün ki, kan renginde güllerden oluşan minik bir buket hazırlanmış. Ama tek renkten oluşuyor. Ne kadar bakarsınız? Bir dakika, üç dakika, beş dakika sonra sizi yoracak. Çünkü tek renkten oluşuyor. Aynı renk, değişim yok. Ama bir de var ki, farklı çiçeklerden oluşan büyük bir buket hazırlanmış ve orada her renk var. O renklerin sayısını öğrenerek ömrünüz geçecek ve sona kadar ulaşamayacaksınız. Çünkü çeşitlilik, dünyayı özel ve güzel kılıyor. Dünya tek renkten oluşacaksa, o dünya sıkıcı olacak. Yaradan bu dünyayı neden farklı milletler yaratarak, onlara farklı diller vererek oluşturdu? Farklı mentaliteler, farklı yaşam tarzları neden var? Birbirleri için ilginç olabilsinler diye. Bu yüzden de bizim kutsal kitabımızda der ki: "Ben sizi birbirinize ilginç olmak için farklı yarattım. Güzel işler peşinde birbirinizle yarışın." O yüzden bu küreselleşen dünya dediğimiz şey, dünyayı ve insanları daha rahat bir şekilde tek merkezden yönetmek için küreselcilerin ortaya attığı bir fikirdir. Ama orada benim Türkçem olmayacaksa, ben Türk milleti olarak millî kimliğimi koruyamayacaksam, bana o dünya lazım değil. Bu yüzden birçok fikir dünyaya gelmiş ama insanlar bu fikirleri kabul etmemiştir. Peki ben küreselleşmenin hangi yönlerini desteklerim? Bilimsel başarıların paylaşılması, dünyanın, farklı insanların, farklı kültürlerin birbiriyle temas halinde olması, birbirini anlamaya çalışması derim. Dünyanın, havanın, doğanın, suyun korunması, evet, bunlar bizim küresel problemlerimizdir. Ama Nurettin John olamaz. Bu mümkün değil çünkü onun geni, Allah tarafından bedenindeki hücreleri farklıdır. Evet, hepimiz insanız ama her birimiz farklıyız. Her milletin kendine ait bir dünyası var. Dili var, kültürü, yaşam tarzı ve kuralları var. Dünyayı tek hale getirmek mümkün değildir. Bu aslında dünyanın sonunu getirecek bir şey olabilir. Bakın, bilmiyorum, siz Bakü’nün ilçelerinde oldunuz mu ama örneğin 50-60 yıl önce Bakü’nün ilçelerinde seralar vardı. Yılın dört mevsiminde orada domates, salatalık, patlıcan, çiçek yetiştirirlerdi o istixanalarda (sera) ama toprakta yetişiyordu. Bu yüzden doğal ve lezzetliydi. Şimdi de o seralar var, o önceki kökü toprakta olan domates gerçek domates gibi, salatalık gerçek salatalık gibiydi. Ama şimdi görünüşte salatalık, domates ama hepsi bir ölçüde, neden? Çünkü onların kökü toprakta değil. Onlar ilaçla besleniyor, kökten ayrılmışlar. Tadları bile yok, sadece ilaçtan ibaret. Küreselleşme de buna benziyor; insanı kökünden, kendinden ayırmaktır. Büyük güçler seni görmek istedikleri gibi görmektir küreselleşme. Yine diyorum, kültürlerin, bilimin, doğanın korunması konularında dünya birliği tek bir karar sahibi olmalıdır ama her milletin kendine ait özelliklerinin korunması şartıyla. Bu, Tanrının bölgüsüdür. Tanrının iradesiyle bu insanlar farklı dillerde, farklı ırklara sahiptirler. Biz Tanrının iradesine karşı gidemeziz. Bugün doğaya, doğaya karşı yaptığımız saldırıların cezasını çekiyoruz. İklim değişikliğiyle mücadele etmek istiyoruz ama o iklimi o hale getiren biziz, o küreselcilerdir. Bugün gerçekten de, insanlığın haline yanıyorsalar, havayı zehirlememeliler. Doğayı korumalılar. Bu kadar  farklı silah için, insanların daha hızlı ve daha kaliteli bir şekilde yok edilmesi için yarışmazlardı. Onların derdi insanları ya da doğayı korumak değil. Dünyada yegâne söz sahibi olmak ve tüm dünyanın sahibi olma iddiasıdır. Ama bu dünyanın sahibi var. Tanrı bir yere kadar izin verir buna ama gerektiğinde ceza vermeyi de bilir, hem de çok güzel bir şekilde ceza vermeyi başarır. Bu dünya sadece zalimlerin ve acımasızların elinde değil. Bu dünyanın mazlumları, ahlak sahipleri ve onların da Tanrısı var. Onların parası, gücü olabilir. Bizim de Allah'ımız var.

-Tiyatronun, her dönemdeki problemleri sahneleştirme gibi bir sorumluluğu var mı? Bugün ister Türkiye'nin, ister Azerbaycan'ın olsun, elbette yerli problemleri var. Bu problemleri sahneleştirme gibi bir sorumluluğu var mı?

N.M- Tiyatro geleneği ve tiyatro kültürü, aynı kökten gelen bir şeydir. Tiyatro tiyatrodur. Batı, Doğu, İngiliz, Fransız, Azerbaycan tiyatrosu hiç fark etmez  ve her tiyatronun belirli olaylara bakış açısı vardır. Örneğin, Sovyet döneminde bizde ‘‘Sosyalizm Gerçekçiliği’’ prensibi vardı. Tüm eserler, oyunlar ve filmler bunu göz önünde bulundurarak iş yapıyorlardı. Bu ideolojik bir tiyatro ve sinemaydı evrensel değildi.Şimdi zaman değişti, artık biz dünyanın bir parçasıyız, dünya kültürünün bir parçasıyız. Bugün Türkiye tiyatrosunun hangi sorunları varsa, aslında Azerbaycan tiyatrosunun da o sorunları var. Rus tiyatrosunda da aynı sorun var. Bunlardan biri repertuar problemidir. Yeni oyunrların yazılmaması gibi sorun var. Klasik eserlerde farklı bakış açıları oluşturulmaması problemi vardır. Örneğin, şimdi Kara Karayev, Fikret Emirov, Tofik Kuliyev yetişmiyor. Adil İskənderov ve Tofik Kazımov da aynı şekilde. Ama bu, tiyatronun ölümüne ve yok olmasına mahkum olduğu anlamına gelmiyor. Bir zamanlar Hazar Denizi çekilmişti. Haykırışlar kopmuştu, Sibir nehirlerinin akışını değiştirip Hazar’ı doldurmak istiyorlardı. Sonra birdenbire Hazar tekrar dolmaya başladı ve kurumuş arazilerde inşa edilen restoranlar ve binaları altına aldı ve "ben geri döndüm" dedi. Doğada böyle yükselmeler ve alçalmalar olduğu gibi, bu sanatta da vardır. Sürekli bir yükseliş ve sürekli bir düşüş diye bir şey yoktur. Dalga  gibidir bunlar. Zamanın koşulları, yeni dünyada meydana gelen olaylar ve olaylara karşı insanların bakış açıları değişir. Bu yüzden o anı yakalamak ve o çağrışımın anında farkına varıp tepki vermek biraz zor bir şey. Evet, bugün Azerbaycan tiyatrosunun da kısmen repertuar konusunda problemleri var. Bazen bize diyorlar ki modern eserler çok yok. Shakespeare'in yazdığı bütün eserler bu gün de modern. Modernlik açısından yaklaşmayalım. Bugünün  sorunlarını ele alan güçlü eserler, oyunlar yazılmıyor mesele bu. Bugünün Cefer Cabbarlısı, Hüseyin Cavid’i, Shakespeare’i yok. Bu bir sorun. Bilirsiniz ki dramaturji, edebiyatın en zor alanıdır. Fakat bu problemler, sorunun böyle sürekli olacağı anlamına gelmez. Mesela şimdi artık genç yazanlarımız arasından güzel yazarlarımız, yönetmenlerimiz ortaya çıkıyor. Azerbaycan’da zaten hiçbir zaman oyuncu problemi olmamıştır. Bizde her zaman çeşitli oyuncular olmuştur. Ama şimdi Azerbaycan tiyatrosunda ve sinemasında yönetmen sıkıntısı var. Düşünüyorum ki bu günlerde biz yetenekli insanlara fırsat tanımalıyız. Nepotizm veya insan kayırma prensibiyle değil. Bu günlerde Azerbaycan tiyatrosunda Adil İskenderov'un tiyatroya bakış açısı ve prensipleri olmalıdır. İşi, rolü, bunu yapabilenlere vermek lazım. Herhangi bir oyuncuyla ilişkin, iletişimin iyi olmayabilir ama yetenekliyse, o rolü o oyuncuya vermelisin. Herhangi bir yönetmeni beğenmeyebilirsin ama yetenekliyse, o iş ona verilmelidir. Bu şekilde tiyatro kendini yeni bir gelişim aşamasına atabilir. Bugünlerde Akademik Milli Dram Tiyatrosu'nda yeni oyunlar var, farklı yorumlarla klasik eserler sahneleniyor. Bu yüzden düşünüyorum ki tiyatro, başkalarını daha çok gördüklerinde daha çok kazanabilir. Hem farklı yerlere giderek hem de kabul ederek. Tiyatro turneleri, festivallera katılımlar çok önemli. Türkiye tiyatroları ile Azerbaycan tiyatrolarının işbirliği, karşılıklı turne seyahatlerini çok isterdik ama ne yazık ki bu yok. Biz onları görelim, onlar bizi görsün.  Bizim kardeş Türkiye Cumhuriyeti’nin Konsolosluğu burada.Biz isterdik ki onlar daha aktif bir şekilde Azerbaycan tiyatro süreciyle ilgilensinler. Gelsinler buraya, görsünler, ilişkiler kurulsun. Türkiye tiyatrosu ile bizim tiyatrolarımız arasında ilişkiler yok. Ayrı ayrı olaylar şeklinde var, bir bütün olarak yok. Biz tek bir Türk dünyasıyız, bugünde ortak kaderimizle ilgili olaylar var, tarihi olaylar var, bunlar yazılmalıdır, sahneye konulmalıdır. Bugünkü nesil, sanat vasıtasıyla, kültür vasıtasıyla birbirini daha çok tanıyıp bağlanabilir. Bu yüzden düşünüyorum ki, bizim konsolosluklarımız karşılıklı olarak bu işlerle çok aktif bir şekilde ilgilenmelidir. Yakın zamanda ben de davet aldım, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Konsolosluğundan. Onlar Kars ve Iğdır’da Nevruz Bayramı geçirecekler. Bizim konsolosluğumuz orada çok güzel etkinlikler düzenliyor, Azerbaycan sanat adamlarını davet ediyorlar, beni de davet ettiler. Benzer etkinlikler daha çok olmalıdır. Biz Ankara, İstanbul, İzmir tiyatroları ile karşılıklı turne seyahatleri düzenlemeliyiz. Bunun için, hem Türkiye’nin hem de Azerbaycan’ın maddi imkanları yeterlidir. Bugün bizim Türkistan denilen bir dünyamız var. Orada Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan vs. bu Türk Devletleri Teşkilatı var. Bugünlerde biz öncelikle kültürel ilişkilerimiz aracılığıyla daha sık birbirimize bağlanabiliriz. Çünkü 100 yıldan fazla bir süre birbirimizden ayrı düştük. Kültürel ilişkilerimizi kopardılar. Bizim yeniden birbirimizi tanıma ihtiyacımız var. Bu da ancak kültür aracılığıyla olabilir. Bu yüzden büyük Hüseyin Cavid derdi ki: “Turana qılıncdan daha kəskin, ulu qüvvət. Yalnız mədəniyyət, mədəniyyət, mədəniyyət.” Biz ister sinema ister tiyatro alanında kültürel ilişkilerle daha aktif bir şekilde çalışmalıyız. O zaman her türlü sorunları çözebiliriz. İnsan aklının karşısında çözülemeyecek bir sorun yoktur. Tiyatro sorunları da dahil. Bugünlerde en büyük sorun, bu günün eserlerinin yazılmamasıdır. Dünlerin eserlerinin, bugünün çağrışlarına cevap verecek seviyede yorumlanmasında problemler var. Size söyleyeyim ki, izleyici problemi yoktur. Bugünlerde Azerbaycan tiyatrosunun Akademik Milli Dram Tiyatrosu’nun izleyici problemi yoktur. Bizim salonlarımız doludur. Ama bugün izleyiciye daha nitelikli eserlerin, oyunların sunulması problemi var. Bunun için repertuar zengin olmalıdır. Repertuarda 20-30 eser değil, 50-60 eser olmalıdır. Yılda her bir tiyatro en az 7-8-10 oyun hazırlamalıdır. Dediğim gibi, izleyici problemimiz yok. Özellikle Covid-19’dan sonra tiyatrolara, sinemalara, konserlere insan akını oluştu. Sanki insanlar uyandılar ki, bu hayatı yaşamak lazım. Yaşamak için de topluma kaynaşmak lazım, insanlar içinde olmak lazım. Bu zamanın verdiği nimetlerden faydalanmak lazım. Sosyologlar bu konuda çalışmalıdır ki ne oldu da bu tür bir akın başladı. Ayrıca çok ilginçtir ki, bizim izleyicilerimizin %50’si gençlerdir. Bu çok sevindirici bir şey. Oyun sonrası gelip burada kapının arkasında oyuncuları bekleyip, onlarla fotoğraf çektiriyorlar, imza alıyorlar. Daha önce de dediğim gibi, tiyatro canlı bir sanattır. O sanate sevgi varsa, onun fedaileri, tutkunları varsa, o sanat yaşayacak ve tüm problemleri çözecektir. Açıkça söyleyeyim, bugün Azerbaycan devleti tarafından tiyatrolara çok ciddi bir dikkat var. Devlet siparişyle bile oyunlar sahneye konuluyor. Tiyatronun tüm maddi desteklerini devlet karşılıyor. Tiyatro kazandığı parayı kendisine harcıyor. Tüm tiyatrolar yeniden onarıldı. Bu anlamda devlet tarafından tiyatrolara çok ciddi bir ilgi var. Oyuncularımınız maaşı, ödülü, fahri unvanları meselesi, konut ve yaşam şartları problemlerinin çözülmesi konusunda her şey hepsi devlete aittir. Ben size gerçekleri söylüyorum. Bugün tiyatro ve sinema sanatçılarının sağlık meselelerine kadar, Heydar Aliyev Fondu ilgileniyor. Onların tedavisi, Heydər Aliyev Fondu tarafından sağlanıyor. Konut ve maddi sıkıntıları çözülüyor. Bunların hepsi gerçek. Bunun karşılığında biz de daha faydalı, daha ciddi bir faaliyet göstermeliyiz. Düşünüyorum ki, biz bir arada bu meseleleri çözebiliriz. Türk Devletleri Teşkilatı, evet, siyasi bir teşkilattır, devletler arası bir teşkilattır. Türk dünyasının siyasi, ekonomik, askeri gücünün birleştiği yerdir. Ama bunların hepsinin çözümü için daha güçlü bağlantı vasıtası kültürel ilişkilerin kurulmasıdır. O zaman tüm problemlerimizi çözebiliriz. Çünkü bizim millet olarak uzun yıllar bir birimizden ayrı düşmüş olsak da, bizim dünyaya bir bakış açımız var. Türk milleti, bin yılların başından bu başına kadar nereye gittiyse, kültür götürmüştür. 18 imparatorluk kurmuşuz ama nereye gitmişsek, kültür götürmüşüz. Biz kimsesinin diline, dinine dokunmamışız, anıtlarını yıkmamışız, aksine inşa etmişiz. Çünkü biz millet olarak kökünde insana ve Tanrı’nın yarattıklarına sevgi olan bir millet olmuşuz. Biz yaradılanları yaradana göre severiz. O yüzden o milletler var olacak ki, onların içinde sevgi vardır. Sevgiden mahrum insanlar şeytani insanlardır ama kimin içinde Allah’ın yarattıklarına sevgi varsa, koruyucu insanlar onlardır. Dünyayı korumanın en güçlü yolu, kültürel, ahlaki, milli, manevi değerlere sahip çıkmaktır. Tanrı’nın yarattıklarını sevmek ve korumak. Herkes bunlar için çalışmalıdır. Ve ben düşünüyorum ki, her şey daha güzel olacak.

-Ben Türkiye'de de birçok tiyatro oyuncusuyla röportaj yaptım. Bu soruyu sorduğumda ortalama cevap 'Burada siyasi baskılar var bazı konular üzerinde, herkes istediğini istediği gibi oynayamıyor' şeklinde oluyordu. Ben de biraz karşılaştırma yapmak istedim.

N.M- Bizde böyle bir şey yok.

-‘Bizde günümüzün sorunları ele alan kalemler olsa, biz sahneleyebiliriz’ diyorsunuz.

N.M- Bizde bugün Azerbaycan'da sansür denilen bir şey yok. Repertuvarı tiyatronun kendisi belirliyor. Devlet, örneğin bu yıl H.Cavid'in doğum gününü kutlamak için bir eser sipariş edebilir fakat bunun parasını da verir. Burada hangi eseri istiyorsan onu koy, neden bu eseri koydun, neden böyle koydun diyen kimse yok. Bizde o problem yok.

-Az önce oyuncu maaşlarından bahsetmiştiniz. Tiyatro elde ettiğiniz gelir sizi tatmin ediyor mu?

N.M- Yarın, bu gün aldığımızın üç katı verilmiş olsa, üstünden 3 ay geçtikten sonra diyeceğiz ki, bu yetmiyor. Ama tabii ki gönül isterdi ki bu günlerde sanat adamlarının maddi durumu daha yüksek seviyede olsun. Ama bu da o demek değil ki bu günlerde Azerbaycan'da sanat adamlarının maaşı düşük seviyededir. Mesela bizim tiyatromuzun maaşı düşük değil. Ayrıca her yıl sanatta başarılar kazanmış tiyatronun bu günü ve yarını olan sanat adamları için ayrı bir Cumhurbaşkanı ödülü tesis edilmiştir. Onlar o ödülü alıyorlar. Maddi bir ödüldür bu.

-Yıl sonunda aldıkları bir ödül mü?

N.M- Hayır, hayır her ay sonu ekstra ücret olarak alıyorlar. Tıyatronun ihtiyaç duyduğu oyunculara maaşlarından ayrı bu paralar yatıyor. Ayrıca, bazı oyuncularımız, ömür boyu Cumhurbaşkanı’nın  bireysel emekli maaşını alıyor. Azerbaycan Cumhuriyeti Onursal Sanatçısı unvanını almış oyuncular evle de temin ediliyor. Yani bu tür şeyler var. Ancak tabii ki ben de isterdim ki benim tiyatromun oyuncusu bugün aldığı maaşın üç katını alsın. Daha rahat yaşayabilsin ve sanatıyla uğraşa bilsin. Düşünüyorum ki her şey değişecek; bizim 30 yıl işgal altında olan topraklarımız vardı, bir milyondan fazla oradan buraya mecburi göç etmiş vatandaşımız vardı. Biz o mültecilerin teminatını sağlamalıydık. Biz o savaşa hazırlanmalıydık. Milyonlarca para oraya harcandı ki biz oraya hazırlanalım, savaşı kazandık, şimdi de orada harabe olan o yerler yeniden inşa ediliyor ki insanlar oraya dönebilirsin. Ve bence bu problemler çözüldükçe, burada da paralel olarak Azerbaycan'da, maddi durum ve ekonomik refah daha yüksek bir noktaya erişecek. Bu bir gerçek ki, insan gibi yaşamak için para çok önemli bir şeydir. Ama para her şey değil. Var ahlaklı para, var ahlaksız para. Ve ben düşünüyorum ki hangi toplumda maddiyat, maneviyatı aşıyorsa o toplum er geç dağılacaktır. Ama hangi toplumda maddiyat, maneviyata hizmet ediyorsa o toplum sonsuza kadar var olacaktır.

-Tiyatronun toplumdaki varlığı ve etkisi sizce ne kadar olmalıdır? Oyuncular toplumsal sorunlarla ilgili ne kadar konuşmalıdır? Türkiye'de sanatçının muhalif olması gerekiyor gibi bir beklenti var. Bugün oyuncular halkın sorunlarını dile getirmeli midir?

N.M- Bu, bence sadece bir oyuncu meselesi değil. Sen bir ülkenin vatandaşısın ve o ülkede ortaya çıkmış tüm olaylar seni ilgilendirmelidir. Bu konularda kendi görüşünü belirtmelisin. Fakat ben bir oyuncuyum, sanatçıyım ve mutlaka muhalif olmalıyım gibi bir düşünce yanlıştır. Ben Nurettin Mehtihanlı olarak devletime asla muhalif bir pozisyonda durmam. Çünkü o devleti, binlerce yıl önce atalarım ve dedelerim kurmuştur ve bugün de biz kurmuşuz. Biz bu devletin, bu bayrağın koruyucusu olmalıyız. Ülkemdeki yönetimle ilgili eksiklikleri dile getirmeliyim, ama bunu doğru ve tarafsız bir şekilde yapmalıyım. Muhalefet olsun diye muhalefet yapmak yanlıştır. Benim için Türk dünyasında ve kardeş ülke Türkiye'de olan olaylar önemlidir. Beni rahatsız eden konular var, sevindiğim konular var; ancak bu dünyada babasına karşı çıkan çocukların mutlu olduğunu hiç görmedim. Ata hakkını inkar eden bir evladın özgür ve bağımsız olabileceğini düşünmüyorum. Her zaman tekrar ettiğim bir söz var: Ebeveyninin hayır duasını almadan hiçbir çocuk mutlu olamaz. Ailesine karşı çıkan bir evlat da asla mutlu olamaz. Siparişle muhalefet olmamalı, ancak kurumlardaki yönetimde hatalı durumlara karşı sesini çıkarmalısın o ayrı. Ama bunu objektif bir şekilde yapmalısın. Eleştiri hakaret etmek değildir; eksikliği tespit edip göstermektir. Biz ecdadımıza saygı göstermeden ne bugünkü durumumuzu ne de geleceğimizi koruyamayız. Daima bizi o köklerimizden uzaklaştırmaya çalışacaklar. Bizim kutsal kabul ettiğimiz değerleri sıradanlaştırmaya çalışacaklar. Bizi toplum olarak daima sarsmaya çalışacaklar. Bugün Türkiye ile Azerbaycan arasında bir kardeşlik bağı var; bu bağları koparmaya çalışan güçler var. Bunlar muhalefet adı altında yapılan işlerdir. Türkiye-Azerbaycan kardeşliğine nasıl muhalefet edilebilinir? Evet, burada hükümetin bazı işlerini, bazı bakanlıkları eleştirebilirsin, bu yanlıştır diyebilirsin. Bu bir adaletsizliktir. Bunu söylemelisin. Sanatçı bunu yapmalıdır; ama senin duruşun devlete karşı olmamalıdır. Devletin ilkelerine karşı olmamalıdır. Biz Türk’üz, Türk olarak yaratıldık ve Türk olarak varız; bu bizim onurumuz, milli kimliğimizdir. Evet, bugün hepimiz Azerbaycanlıyız; Talış, Lezgiyan, Avar, Tatar, hepimiz. Ama her birimizin ayrıca bir milli kimliği var; Türk olarak, Talış olarak, Avar olarak. Bu Allah'ın iradesiyle olan bir durumdur. Ama hepimizin bir vatanı var: Azerbaycan. Türkiye Cumhuriyeti'nde de bugün Türkler, Kürtler, Çerkesler, Rumlar yaşıyor. Bunların hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Ama orada her milletin kendi milli kimliği var. Ve Türkiye Cumhuriyetı’'nin kurucu milleti Türk milletidir. Bunu kabul etmelisin; buna karşı çıkmamalısın. Anayasasına karşı çıkmamalısın. Çünkü bu tespit edilmiştir ve kanla yazılmıştır. Bugün Türk Devletleri Teşkilatı var; ismi Türk Devletleri Teşkilatı. Türk devletlerinin, Türklerin kurduğu devletlerin teşkilatıdır. Kimse milli kimliğe muhalefet olmamalıdır, sevgili kardeşim. Bugün dünyanın Türk birliğine, ahlakına ihtiyacı var. Nasıl ki yıllar önce Balkanlar Türklerin koruyucu kanatları altındaydı. Açık konuşacağım. Binlerce yıl boyunca Türkleri mezhep farklılıklarıyla birbirine kırdırdılar. Ve kazanan bu fitneyi çıkaranlar oldu yani Türkleri bölüp parçalayanlar. Hayal edin, 3 milyon kilometrekarelik topraklarımız vardı. Şimdi neredeler? Bölük bölük olduk. Neden? Mezhep üzerinden bizi karşı karşıya getirdiler. Çok yazık ki bugün Türk dünyasının Emir Teymur ve Beyazıt yaralarını kaşıyanlar var. Bugün de Sultan Selim ile Şah İsmail Xetai Safavi yarasını ecdadlarımızın zamanında açtığı hataları kaşımaya çalışanlar var. Bizi yeniden o mezhep üzerinden karşı karşıya getirmeye çalışanlar var. Biz ümmetçilikte birleşemedik, ama milliyetçilikte birleşebiliriz. Bu nedenle Türk Devletleri Teşkilatı kuruldu ve birbirinin yanında. 54 ülkeden oluşan İslam Ekonomik Teşkilatı var; peki ya 1.5 milyarlık İslam dünyası nerede? Allahu Ekber diyerek birbirinin başını kesiyorlar. Neden bir yumruk olamıyorlar? Bu 1.5 milyar Müslümanın 500 milyonu bir araya gelse, dünyanın sahibi olurlar. Ama birbirlerini kırmakla meşguller. Bugün Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan ile dünya hesaplaşıyor. Çünkü gücünü görüyorlar. Azerbaycan, ondan her açıdan 10 kat daha güçlü olan ülkelerle hesaplaşıyor. Çünkü biliyorlar ki Azerbaycan yalnız değil, arkasında Türk Devletleri Teşkilatı var. Evet, biz hepimiz Elhamdülillah Müslümanız. Ama bu bizi bölmemeli, parçalamamalıdır. Nerede birleşebiliyorsak, sevgili kardeşim, orada birleşmeliyiz. O batının siparişiyle Avrupa, kendini kurtarmak için Türk dünyasına, Sünni-Şii oyununu koydu ve o savaşın durmamasına sebep oldu ve onun sayesinde bugün Avrupa var ve ayakta. Ve bizlere hükmetmeye çalışıyorlar. Ne zaman görseler ki Türk dünyası birleşiyor, ne zaman Türkiye Cumhuriyeti güçlenmeye başlıyor, içerde sanki özel bir komutayla siparişler veriliyor. Biri kalkıyor Türklüğe karşı çıkıyor, biri Atatürk'ün heykelini yıkmaya çalışıyor. Bir cumhuriyet kuran bir insana karşı çıkan biri nasıl der ki ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım? Ve ya Azerbaycan'da aynı şekilde. Biz bölünmeden kurtulduk. 30 yıl toprağımız işgal altında kaldı. Biz bu birliğimiz sayesinde, Türk ile Kürt ile Talış ile Lezgi ile birleştik, büyük güçlerin oyununu bozduk ve Karabağ'ı aldık. Bugün bunu kabul etmeyenler, hazmedemeyenler var. Bir taraftan komşu Şii kardeşimiz İran, diğer taraftan kendini Avrupa değerlerinin insan hakları savunucusu olarak kabul eden Avrupa ülkeleri, Fransa vb. Bugün Azerbaycan'a karşıdır. İşgalcinin yanındadır, işgal altındaki bir ülkenin karşısındadır. Nerede adalet? Nerede kanun? Bu dünyada adalet diye bir şey yok, sevgili kardeşim. Bu dünya gücü tanır. Gücün adaletini tanır. Dünyanın gözü önünde o topraklar işgal edildi. Bir milyon insan çöllere döküldü, Hocalı katliamı gerçekleştirildi. Binlerce insanımızın başı kesildi, doğrandı. Nerede o dünya? Ve biz de sonunda gücümüzü topladık, gücümüzle adaleti tesis ettik. Bu nedenle dünyadan adalet ummak köklü bir yanlıştır. Bugün Türkiye’de birileri düşünüyorsa ki, ben Türkiye Cumhuriyeti’ne muhalif olarak, onun anayasasına muhalif olarak, onun kurucusunun heykelini yıkarak Türkiye'yi daha güçlü hale getirip bir Türkiye kuracak, bu yanlış ve Türk milletine karşı düşmanlıktır, sipariştir.

-Bu arada bahsetmiş olduğum sanatçılarda orada milli kimliğe, anayasaya, bayrağa değil de yönetimdeki bazı sorunlara muhalifler.

N.M- Dediğim gibi, devlete, bayrağa ve anayasaya karşı muhalefetlik olmaz. Hükümetin yönetimindeki sağlık ve eğitimdeki o eksikliklere karşı elbette çıkıp konuşacaksın. Objektif olarak. Evet, sen sanatçısın, bunu söyle. Sıkıntı yok ama devlete ve bayrağa karşı olma. Bildiğiniz üzere Türk milleti tarih boyunca kimsenin hakkını yemedi, daima mazlumun yanında oldu, daima adaletin koruyucusu oldu. O yüzden her şeye rağmen, bütün dünya üstümüze gelse bile Türk’ü yenmek zordur, yenmek mümkün olmayacaktır. Dün bizi ezenler bugün kendileri düşüyorlar, biz yükseliyoruz. 21. yüzyıl Türk’ün yüzyılıdır. Mehmet Emin Yurdakul'un dediği gibi, “2023 yılı, ılık bir bahar sabahı, bütün Türk ulusları bir bayrak altında toplanacak, dünyaya Türk güneşi doğacak.” Ve bu çağ, Türk’ün yükseliş çağıdır. Bütün Türk Dünyası'nın Turan arzusunun gerçekleşeceği çağdır. 85 milyon Türkiye Cumhuriyeti, 45 milyon Güney Azerbaycan, 10 milyon Azerbaycan, burada Kırgızistan, Türkmenistan, her birinde 35-40 milyon Türk var. Bütün dünyada 300-350 milyon Türk yaşıyor, bu 350 milyon Türk, 30 milyar diğerlerine bedeldir. Dünyanın kurtuluşu, Türk dünyasının birlik ve bütünlüğündedir. Bu birlik ve bütünlük daha güçlü bir şekilde oluşacak, Allah'ın yarattıklarını koruyacak

-Tanrı Türk’ü korusun diyoruz o zaman

N.M- Aynen öyle. Tanrı Türk’ü korusun.

-Yaratıcı insan olarak alternatif yaklaşımlara açık olur musunuz? Bu tür yenilikler sizi nasıl etkiliyor?

N.M- Daima tiyatro alanında çeşitli akımlar olmuştur. Bunların hepsi köklü tiyatronun yaşamasına hizmet eder. Yeni fikirlere her zaman açık olmak gerekir. Özellikle sanat alanında. Bu ancak böyle olmalıdır diye bir şey yoktur. Her şey değişir. Dünya değişir, insanlar değişir. Bakış açıları değişiyor. Bu nedenle benim için bu asla bir sorun olmamıştır. Küçük sahne ilk kez burada oluştu ve biz o küçük sahnede oyun oynadık. Azerbaycan tiyatro tarihinde deneysel YUĞ tiyatrosu kuruldu, Vaqif İbrahimbeyov'un tiyatrosunun ilk oyuncuları biz olduk. Yani, ilk farklı tiyatroydu bu. Bu anlamda benim için elbette tiyatrolar ilgi çekici olmalıdır ama tüm bunlar sonuç itibariyle, aslında geleneksel tiyatronun yaşamasına hizmet etmelidir. Hani derler ya yer altı nehirler denize akar diye.

-Peki herkes tarafından eleştiriyi kabul ediyor musunuz?

N.M- Hayır. Mesela ben bir cerrahın nasıl ameliyat yaptığını nasıl değerlendirebilirim ki? İzleyici yorum yapabilir. Herkes kendi fikrini söyleyebilir bu ayrı. Fakat, tiyatro uzmanının görüşünde olan önyargıyı kabul etmem, çünkü ben ne iş yaptığımı biliyorum. Yönetmenin sahneye koyduğu oyunun eksikliklerini ve başarılı yönlerini yönetmenin kendisi kadar kimse bilemez. Oyuncunun oynadığı rolün iyisini kötüsünü oyuncunun kendisi kadar ikinci bir kişi bilemez. Eğer o oyuncu, kendine bu hataları itiraf ediyorsa o sanatçıya dönüşebilir. Çünkü kendi hatalarını görüyor ve onları düzeltiyor. Bir fikir söylendiğinde eğer o objektif bir fikirse, sanatçı bunu kabul etmelidir. Bir de önyargılı fikir var, yani objektif olmayan taraflı fikir vardır ben bunu kabul etmem. Ayrıca böyle şeylere de cevap vermem. Benim için anlamı yok çünkü. Önemli olan, ben kendimi biliyorum ve ne iş çıkardığımı biliyorum. Bu bir kendini beğenmişlik meselesi değil. Bazen görürsünüz ki biri "ah tiyatro öldü, tiyatro yok" diyor, soruyorsun "en son ne zaman tiyatroya gittin?" "vallahi 15 yıl önce" diyor. Eğer sen 15 yıldır tiyatroya gitmiyorsan, senin tiyatro hakkında konuşma hakkın da yoktur. Sen sadece konuşmak için konuşuyorsun. Ben de varım demek istiyorsun ama haberin yok ki sen çoktan yoksun. Ölmüşsün haberin yok. Bu yüzden ben her zaman haklı, yapıcı eleştiriye açığım. Her türlü tartışmaya da açığım. Ama her insanın söylediği fikir benim için çok doğru olmayabilir.

-Ben de sizinle aynı fikirdeyim ama dediniz ki, oyuncunun oynadığı iyi ve kötü şeyleri ondan başka kimse bilemez. Sizce bunu bilmek için çok bilge olmak gerekmiyor mu? Herkes bence bunu bilemez.

N.M- Eğer bu sanatta profesyonelsen, bu sanatın içinde yoğrulmuşsan ve bu alanda 15-20 yıl tecrüben varsa, bu işte neyi nasıl yapman gerektiğini biliyorsan, izleyicinin nerede ne istediğini biliyorsan, nerede konuştuğunda daha ilgi çekici olduğunu biliyorsan ve izleyiciyi yakalamayı biliyorsan, bu zaten baştı başına bir ilimdir. Sen tüm bunları 20-25 yıl içinde öğrenmişsin ama dün sıralardan kalkıp gelen biri izlediği bir gösteriden sonra masal yazmaya başlıyor. Böyle insanlar var. Farklı görünmek adına herkesin demediğini söyleyip dikkat çekmek isteyenler var. Bazen ne yapıyorlar? Daha büyük sanatçılara sataşıyorlar ki görünsünler. Bugün Azerbaycan edebiyatının üstatlarına, yazarlarına sataşanlar var, neden? Görünebilmek için. "Ben de varım" demek için. Bu yanlış. Bunlar kompleksli insanlardır, tanınma ve onaylanma arzuları var. Ama sorsan, tiyatro kelimesinin anlamı nedir, bilmezler. Kendini beğenmiş bir arkadaş vardı, yazılar yazıyordu. Bir gün ondan tiyatro ile ilgili çok basit bir kelime sordum. Bilemedi. Şimdi eğer sen bu basit bir şeyin anlamını bilmiyorsan, tiyatro hakkında ne yazabilirsin ki? Tiyatro hakkında nasıl fikir bildirebilirsin? Bir kez gelip bir gösteri izlemekle nasıl karar verebilirsin ki bu doğru, bu yanlış diye? En ünlü tiyatro eleştirmenlerimiz, Faik Mustafayev gibi büyük şahsiyetler bile bir gösteriyi 3-4 kez izledikten sonra gösterinin analizini yaparlardı. Ama bunlar yazılarında sadece inceleme de yapmıyorlar. Ünlü ya da koltuk sahibi bir dramaturg olduğunda sadece oyundan bahsederler, gösteri bir kenarda kalır. Sadece oyunun yazarını övüp dururlar. Sen edebi eleştirmenlik yapma. Bu eser artık tiyatroya ait. Sen gösteriyi analiz et. Yönetmenin yorumunu, oyuncunun oyununu analiz et. Neden sadece oyunun metninden yazıyorsun? Bu yüzden derler ki, "Bizden önde Avrupalılar var, işi iş bilenlere bırakır onlar." Herkes bildiği işlerle meşgul olsa daha doğru olur. Ve ben düşünüyorum ki tarafsız olmak, ahlakın ve bilgelik göstergesidir.

-Son yıllarda müzik, film ve televizyon programlarında gözle görülür bir kalitesizlik yaşandığına şahit oluyoruz. Ancak tiyatro için bu durumu söylemek mümkün değil. Tiyatro, her zaman yüksek kalitesini koruyan bir sanat dalı olmuştur. Peki, tiyatro bu derinliğini ve özgün değerlerini nasıl bu kadar başarıyla muhafaza edebiliyor?

N.M- 21. yüzyıl bir gösteriş çağı, iç dünya çağı değil. Bugün herkes daha çok dış görünüşüne odaklanıyor. Plastik cerrahi yapan doktorların kapısında şu an kuyruklar var . Herkes dış güzellik peşinde koşuyor. Dışarıdan güzel görünmeye çalışıyor. Bugün dış görünüş, içten daha fazla önem taşıyor. Çünkü bu daha kolay bir yol. Ve ben her zaman şunu düşündüm ki, dışını süsleyen bir kişi içindeki boşluğu ve manasızlığı örtmeye çalışıyor. İç boş ve manasız ve dışla dikkat çekmeye çalışıyor. Bugün müzikte ve televizyon programlarında sıradanlaşmanın sebebi de bu. Şimdi buna reyting diyorlar. Ama ben her zaman düşündüm ki, izleyiciye ne verirsen onu öğrenir. Örneğin birine sen her gün domuz eti verirsen, buna alışır. Ama balık kebabı verirsen, ona alışır. Bu ürünleri bize sunanlar kimdir, onların kendi mahiyeti veya insani değerleri nedir? Daha önce bahsettiğim gibi, görünme, öne çıkma bir hastalığı var insanların. Sürekli çektiğim bir örnek bu. Sokakta çok güzel aynı zamanda tarzla giyinmiş, şık bir kadın geçiyor. 100 kişi yanından geçerse, 15 kişi ona bakıp iyi niyetle "Aferin, ne güzel giyinmiş" diyecek. Bu güzel bir düşünce. Ama bir de, her şeyini dışarıda bırakmış birisi geçiyor, dudakları silikon, yüzü silikon, giysileri berbat. 100 kişi yanından geçiyorsa, 100 kişi de ona bakacak, hatta durup bakacaklar ama ne düşünecekler, mesele bu. Şimdi bu sayı ölçü müdür? Eğer sen televizyondan ahlaksızlık yayıyorsan ve buna çok bakılıyorsa, bu onun böyle olması gerektiği anlamına gelmez. Sen ahlaksızlığı yaymakla meşgulsen, o senin de evine girecek. Ya da çoktan girdi, sadece sen kendi acılarını ve eksikliklerini bu şekilde halktan ve milletten çıkarıyorsun, herkes benim gibi böyle olsun diye. Ferhad Bey, ahlaksız insanlar ahlaklı insanları sevmezler, nefret ederler. Ahlaksızlar, herkesin kendisi gibi ahlaksız olmasını ister. Çünkü o zaman kendini rahat hisseder. Şerefsiz insanlar, şerefli insanların yanında kendilerini eksik gördükleri için onlardan nefret ederler. Reyting bence bir bahane, "Ne yapalım, para kazanmalıyız" diyorlar. Ahlaksızlıkla para kazanan kişi de ahlaksızdır. Herkes yediği ekmeğe benzer. O ekmek hangi yolla kazanıldıysa, o ekmeğin yarattığı da o olacaktır. Bugün evlerin içine giren o ahlaksızlık, milletin geleceği için çok ciddi bir tehlike oluşturuyor. Ahlaklı ve manevi değerlere sahip insanlara fırsat vermek gerekiyor. Para kazanmanın yolları var, parayı da delikanlı gibi kazanmak lazım. Ben Azerbaycan'da kendi emeğiyle ve aklıyla kazanan, iş kuran, şirket sahibi olan pek çok insan tanıyorum. Herkes hırsızlıkla bunu yapmıyor, aklıyla da bu şeylere sahip olan insanlar var. Onlar şu anda hayır işleriyle uğraşıyorlar. Yetim çocukların eğitim masraflarını karşılıyorlar. İnsanlara yardım ediyorlar. Bunu unutmayın, hırsızlıkla kazanılmış parayla hiç kimse hayır işleri yapmaz. Samimi bir şekilde hayır işlerinde bulunanlar, genellikle emeğiyle o parayı kazananlardır. Onlar hayırseverlik yaparlar.  Ama o ahlaksızlıkla zengin olanlar o milyonlar sayesinde yüksek görünürler. Onlar bir yere girdiklerinde ayağa kalkanlar vardır. Aslında kendi de her şeyin farkında, ona kişiliği için değil, onun parasına göre ayağa kalktıklarını biliyor. Herkes bilir ki, o şahsiyetsizdir. O paraları kaybederse, yine dışlanacaktır. O yüzden paralarını hayır işlerine harcamaz, daha çok hırsızlık yaparak üstüne ekler. Ama emeğiyle aklıyla kazananlar, kazandıklarını paylaşmayı da bilirler. Paylaşmayı bilenler yaşar ve hatırlanır. Bakın, H.Z. Tagiyev'in heykeli dikilmiş, hakkında film çekilmiş, her yerde rahmetle anılıyor. O birler ne oldu, Bakü'de ne kadar milyoncu vardı o zamanlar? Niye sadece H.Z. Tagiyev'in adı geçiyor? Çünkü o, kazandıklarını halkıyla paylaştı. Kızların okuması için okul açtı. Ne kadar Azerbaycanlıyı Avrupa'da okumaya gönderdi. Bu yüzden, daha önce söylediğim gibi, herkes yediği ekmeğe benzer.

-Peki tiyatro kendini nasıl koruyor bunlardan?

N.M- Tiyatro, yüzyılların başından beri var olan canlı bir sanattır. Geleneksel bir sanattır. Aynı zamanda belirli bir anlamda geleneklere ve köklere bağlılık taşır. O kadar eski bir gelenek olduğu için onu yıkmak da o kadar kolay değildir. Her insan Akademik Milli Dram Tiyatrou'nun sahnesinde oynayamaz. Orası, eğer layık değilseniz sizi sahneden uzaklaştıran bir yerdir. Eğer layıksanız, sahne sizi kabul eder. Belki ömür boyu burada çalışabilirsiniz ama asla bir sanatçı olamazsınız. Tiyatronun ebedi sanat olmasının sırrı onun canlı olmasıdır. Bugün telefonda her şeyi izleyebilseniz de, bu canlı değildir. Ama tiyatroda her şey, olaylar, aynı anda, canlı insanlar tarafından  sahnede o an yaşatılır. Tiyatro, bağlı olduğu kök nedeniyle her zaman var olacaktır. Köküne bağlı olanlar, hedeflerinden sapmazlar. Belki de "tiyatro bir mabeddir" ifadesi buradan gelmektedir. Ve mabedinde orada değişmeyen gelenekleri vardır.

Son sorum tamamen konularımızdan alakasız olacak. Ama ben bu sorunun sizdeki cevabını çok merak ediyorum. İnsan ömrünü beraber geçireceği kadını bulduğunu ne zaman anlıyor?

N.M- Yüzlerce güzel kadın görebilirsin bu öğrencilik yıllarında olabilir, gençliğinde olabilir, bakarsın hoşuna gider ama sıradışı bir şey meydana gelmez sende. Ama ne zaman birini gördüğünde,  derler ya gözümün bebeği atladı diye işte sende de atlarsa o kişiyle karşılaşmış olabilirsin. Bebeğin titremesi var, sende de bir şeyler oluyor. Onu görünce, karşılaşınca sende bir şeyler oluyorsa daha önce hiç yaşamadığın bir şeyler oluyorsa o kişi, senin aradığ kişidir. Herkes bu dünyada çift yaratılmıştır derler. Yarım denir. O insanla, yarınla karşılaşınca sende o olur.

-Ama herkes de karşılaşamaz.

N.M- Tabii ki herkes karşılaşamaz. Ya da karşılaşanlar kendileri bütün kalamazlar. Ama onunla karşılaştıysan elini bırakma. Çünkü ömür bir defa veriliyor. O hissi bir defa yaşıyorsun. Ömrün anlamı nerededir biliyor musun? O yarıyı bulmaktadır. O yarıyı bulduğunda gözün dünyadan, her şeyden çekilir. Sadece onu görüyorsun. Ama onu bulmadıysan yanında biri olur eşin olur var hep gözün arar. Bütün ömrün boyunca gözün arar. Belki de neyi aradığının farkında değilsin ama hep gözün arar çünkü sen yarını bulmamışsın. Bütün ömrünü böyle yaşayanlar da var, böyle yaşayıp gidiyorlar. Ne mutlu o insanlara ki onlar yarılarıyla karşılaşıp, onu bulmuşlar. Birlikte olmasalar bile en azından o hissi yaşamış olurlar . Ve o hissi yaşamak her insana nasip olmuyor. Bu yüzden neden iyi insanlar az, neden ahlaklı, sözün sahibi insanlar az diğerlerinden biliyor musunuz?. Çünkü o sevgi hissini yaşamayan insanlar bütünüyle iyi insan olamazlar. İnsanı insan eden sevgidir. Gerçek sevgi. Sevgi insana gerçek misyonunu anlatır. Bu yüzden iyi insanlar azdır, yarılarını tapan insanlar azdır. 8 milyar insan var bu yer yüzünde, Tanrı'nın isteği üzerine siz karşılaşıyorsunuz. Bu yüzden derler ki Tanrı o hissi her yaratığına yaşatmıyor. Sadece seçilmişlere yaşatıyor. Ve ben dilerim ki o hissi yaşayanların sayısı çok olsun. Sevenlerin, iyi insanların sayısı artsın. İyi insanlar çoğaldıkça kötüler azalır, kötüler azaldıkça insanlar daha rahat ve mutlu yaşayabilirler. Dünyada iyi insanların sayısı arttıkça savaşların, katliamların sayısı azalacak. Dünya yaşanılacak daha güzel bir yer olacak.

-Allah kimseyi yarsız bırakmasın diyorum ben de. Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı sizin cümlelerle toparlayalım?

N.M- Ben bir Türküm ve Türk olduğum için gurur duyuyorum. Tüm hayatımı milletimin adına layık olmaya çalıştım. Hem sanatımla hem de yaşam tarzımla. Ve benim her bir Türk’e arzuladığım şey şudur ki, kimliğinde Türk yazması Türk olduğun anlamına gelmez. Türk olmak, ahlak sahibi olmak, Tanrı'nın yarattıklarını sevmek ve korumak demektir. Ve Türk olmak, Tanrı'nın sevdiği olmak demektir. Türk olmak, iyi insan olmak demektir. Ve ben düşünüyorum ki, Allah'ın bana en büyük lütfu beni Türk olarak yaratmasıdır. Ve belki de bu benim en büyük mutluluğumdur. Bana bu yeter. İstediğim başka bir şey yok.

-Samimi ve güzel cevaplarınız için çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız.

N.M- Ne demek ben teşekkür ederim. Tüm okurlara selam.



Comments


bottom of page