top of page

Gölgelik'e Dair Birkaç Şiire Dair Pek Çok Söz - Tayfun Öztürk

  • kibritfanzin
  • Dec 3, 2024
  • 3 min read

Süleyman Ragıp Yazıcılar’ın Gölgelik adlı kitabını bütünüyle okudum. Kitaptaki metinlerin bütününde olmak üzere ayrı ayrı her metinde bir ses aradım ancak o sesi bulamadım. Kimi sarsıcı şiirler vardır ki istisnaî şekilde çok eylem barındırır, istisnaları olsa da şiirde musiki ve telkin sınırını aşmamak elde edilecekse çok fiil kullanmaktan kaçınılmalıdır. Metinlerin hemen hepsinde çok sayıda fiil vardı ve cümleler bile tek tek kurallı cümleler halindeydi. Karşılaştığım, şâirin kurduğunda musikisine olumlu anlamda oldukça büyük bir etki eden devrik cümlelerin yokluğuydu. Devrik cümle olmadan dilin sınırlarını zorlamak nasıl mümkün olacak, kaldı ki dile yeni söyleyişler katılması imkan dahilinde olmalıydı. Ne çarpıcı bir mısra görebildim ne bir güzel benzetme ne de bir hoş sadâ dinleyebildim. Bir sesi olmalı şâirin ve o sesi bulmak için parnasist bir işçiliği.


Şiiri tek başına bir sanat dalı yapan birçok sebep mevcuttur ve o sebeplerin bütünü musikiyle; hayır, müzik değil, musikiyle alakalıdır. Musiki her heceyle ayrı bir dostluk içindedir. Kişi, bu dostluğu oluşturduğu takdirde şâir olmak için ciddi bir imkân edinmiş demektir. O musiki kendini gösterir şâirin şiirinde. O şiirin şâiri her neyi anlatıyorsa dinleyene o kadar yakın gelir ki o hep sizinledir ve onun şiiri bir o kadar da uzaktır. Uzaktır, evet, bazen zamansal olarak da asırlar öncesindendir bazen zamansızlığı yakalar bazen zamanın üstündedir ve bir o kadar içinde. Bir şiirin isim cümlelerinin ağırlıkta olduğu dizelerle örülmesi; şiirin zaman bükmelerine, zamanla oynamalarına da imkân tanır. Fiil kullanmak demek, zaman kipi kullanmak demektir ve Türkçenin zaman kipleri kendisinin bir asker lisanı olması sebebiyle nettir; hangi kipin hangi zamanı içerdiği çok açık şekilde bellidir. İsimlerinse yüklem olurken geçmiş zaman ekleri ve şart kipinden başka zaman kipi, dilek kipi alamaz oluşu şiirde zaman bükmelerine, zaman oynamalarına imkân tanır. Şâir bundan nasıl faydalanmaz! Bir metinin şiir olabilmesi için eksiltili cümleler, sıralı cümleler ve merhun söyleyişler de bir o kadar önemli.


Şiirde musikisini bulmamış olanın şâir olması mümkün değildir. Kendi içinde ikiye ayrılan sözlü kültür dönemini en olgun biçimde geçirmiş ve o kültürün önemli temsilcilerinden olan Türkçemiz için de geçerli olmak üzere birinci sözlü kültürün en önemli özelliklerinden birisi; toplum için faydalı olan bilgilerin, olayların; destanların vb. sözlü sanat eserlerinin vb. kaybolmaması için -ki bu kültür varlıkları her yeni kuşağa aktarılır- tuttukları yol; bu sözleri kafiye, redif, asonans, aliterasyon gibi ahenk unsurlarından faydalanarak bir musikiye kavuşturmak olmuştur. Bu ahenk unsurları bir metni şiir etmeye yetmez ama ustalıkla kullanıldığında bir metinin musikiye sahip olmasında, yani şiir mevki’ine yükselmesinde muhteşem katkılar gösterir. Tüm ahenk unsurlarının aynı anda kullanması şart değildir ama şiirin musikisinin kuvveti büyük ölçüde ahenk unsurlarının ustalıkla ve yeterli oranda kullanılmasına bağlıdır. Eğer ustalıkla kullanılmamışsa sadece metinin ezberlenmesini sağlamış olur ki bu haliyle bile bir somut fayda sağlar.


Örneğin Alper Tunga Sagusu kolayca kulaktan kulağa yayılarak asırdan asıra yürümüş gitmiştir. Kaşgarlı Mahmut ise bu şiiri meşhur eseri Divanı Lügati't Türk’te neşretmiştir, yani bu sagu, o tarihe kadar varlığını musikisi vesilesiyle devam ettirmiştir. Türk halkının halk türküsü olarak gördüğü Mihriban’ın yok olması, yazı kültür topyekûn yok olsa bile mümkün müdür! Abdurrahim Karakoç unutulsa bile mümkün müdür Mihriban’ın unutulması! Mihriban’ın musikisi var, Mihriban bir şiirdir, öyle bir şiir ki yazıya ihtiyacı yok.


Yar deyince kalem elden düşüyor

Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor

Lambamda titreyen alev üşüyor

Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban


Şiirde musikinin şart olması her şeyden önce metnin şiir olması için şarttır. Çünkü yazılı kültür dönemi, kabaca resimlerden yazıya geçilmesi sürecinin sonunda doğmuştur. Tam manasıyla modern matbaayla Avrupa’da 15. Asırdan itibaren yükselme göstererek geçirdiği yıllar içinde en kuvvetli olarak 19. Asırda birçok milletlerin, halkların birincil sözlü kültür dönemini sona erdirmiştir. Sonralarıysa radyonun icadıyla beraber ikincil sözlü kültür dönemi de başlayacak ve yazılı kültürle paralel şekilde varlık gösterecekti. Her dil, yazılı kültür dönemine dahil olamamıştır. Yüz küsur dil, yazılı kültüre dahil olabilmiştir ve bu dillerin yetmiş küsûru hala canlı dillerdendir; diğerleri yok olup gitmiştir. Bu dillerin yazı sahibi olması bile onları kurtaramamıştır çünkü o dillerin söyleyeni kalmamıştır. Esas olan yazmak değil, söylemektir; bu gerçek, söz konusu şiir olduğunda daha da katı bir gerçektir. Yazılı kültür ürünlerinde dilin meselesi, yazı sistemine uyulmasıdır. Bu sistem yapaydır, sonradan doğmuştur. Yazı yokken şiir vardı ve şiir musikisiyle birlikte vardı. Yazı yokken şiir yok mu olurdu; şiirin musikisi vardı, yok olmazdı, olmadı. Sözlü metin bir şiir olacaktı, musikisini buldu ve oldu. Esas olan musikidir. Bu demek değildir ki şiirde anlamın lüzumu yoktur fakat şâirin filozof özellikleri sergilemesi üstün bir vasıf olsa da olmazsa olmaz bir vasıf değildir. Bir kişi filozofluk ettiği için ve ya entelektüel bir birikimini yansıttığı için şâir olmak mevkiine konamaz. Şâirin birincil vasfı filozof ya da entelektüel olması değil, şâir olmasıdır. Yani kişinin şâir olup olmaması ne söylediği kadar nasıl söylediği hatta kimi zaman sadece nasıl söylediğiyle ilgilidir. Şâir ve şiiri arıyoruz; soylu bir dil, gözleri göğe çevirten bir musikidir ihtiyacımız olan.


Gölgelik’te ne musiki bulabildim ne soylu bir dil ne şiir ne şâir.



Comments


bottom of page