top of page

Elhan Elatlı ile Polisiye Edebiyatı Üzerine Röportaj

  • kibritfanzin
  • Mar 13
  • 13 min read

Elhan Elatlı, kuşkusuz Azerbaycan polisiye edebiyatının en çok okunan yazarlarından biridir. Yazdığı eserler, 7 yaşındaki çocuklardan 97 yaşındaki yetişkinlere kadar geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmektedir. Özellikle, yaratmış olduğu detektif Qanbay Qasımlı karakteri, okuyucularının kalbinde derin izler bırakmış ve büyük bir sevgiyle karşılanmıştır. Qanbay Qasımlı'nın adalet anlayışına duyulan inanç, o kadar güçlüdür ki, bir okuyucu gerçek hayatta yaşadığı zorluklar karşısında Qanbay Qasımlı'nın kendisini kurtaracağına inanarak trajik bir karar vermiştir. Eşinden şiddet gören genç kadın, maalesef ki eşini öldürmüştür. Bu olay, ne kadar üzücü ve acı verici olsa da, Elhan Elatlı'nın karakterlerinin insan psikolojisi üzerindeki derin etkisini göstermektedir. Edebiyat dünyasında bu denli etkili karakterler yaratmak, pek çok yazara nasip olmayan bir başarıdır. Elatlı, okuyucularını düşündürmekle kalmayıp, onların duygusal dünyalarında da iz bırakmayı başaran bir yazardır. Bu, onun eserlerinin neden bu denli sevildiğini ve okunduğunu anlamamıza yardımcı oluyor.  Bizlere değerli zamanını ayırdığı için kendisine tekrardan teşekkür ediyoruz.


*BU RÖPORTAJ, AZERBAYCAN TÜRKÇESİNDEN TÜRKÇEYE ÇEVRİLMİŞTİR. RÖPORTAJIN DOĞALLIĞINI KORUMAK AMACIYLA BAZI KELİMELER, AZERBAYCAN TÜRKÇESİNDEKİ BİÇİMLERİYLE BIRAKILMIŞTIR. İYİ OKUMALAR


-Merhaba Elhan Bey. Nasılsınız?

E.E-İyiyim teşekkür ederim. Siz nasılınız?

-Ben de iyiyim teşekkür ederim. Sizin fazla zamanınız almadan ilk sorumla başlamak istiyorum. Sizce edebiyat, suçların önlenmesinde ne ölçüde etkili olabilir?

E.E-Aslında edebiyat cinayetlerin artmasına sebep de olabilir, aynı zamanda bunların önünü de alabilir. Özellikle polisiye edebiyat, bence cinayetlerin önlenmesine hizmet ediyor. Çünkü polisiye romanlarında mutlaka katil cezasını çekiyor ve adalet kazanıyor. Bu da okuyucuda belli bir etki bırakıyor ve cinayete teşvik etmiyor, özellikle de benim yazdığım eserlerde.

-Suçlu karakterlerini yaratırken karaktere psikolojik olarak ne gibi derinlik vermeye çalışıyorsunuz? Katil ve suçlu karakterlerini kaleme almak sizin psikolojinizde ne gibi etkiler bırakıyor?

E.E-Ben, birçoklarından farklı olarak romanda suçlunun his ve heyecanlarını yazmaya çalışıyorum ki, belirli bir ölçüde doğal olsun. Böyle olunca katili gizlemek zorlaşıyor. Hatta bazı durumlarda okuyucular, romanın ortalarında katilden şüpheleniyorlar ve bunu gururla belirtiyorlar ki, "Ben katili roman bitmeden buldum." Buna rağmen ben yine de bu tarzımdan vazgeçmek istemiyorum. Çünkü sevmediğim şey, birçok polisiye yazarının katili robot gibi betimlemesi ve onun katil olduğunu hissettirmemesi. Örneğin, romanda katili konuşturuyorlar ama o kadar az konuşturuyorlar ki okuyucu ondan şüphelenmiyor. Bu da romanı olumsuz etkiliyor. Bu suçlu karakterleri yaratırken, elbette her insanın içinde bir vicdanla birlikte bir şeytanın da gizli olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Yazar, içindeki o kötülükleri zorla çıkarıp suçlu karaktere aktarabiliyor. Ya da kendi gözlemleriyle böyle bir karakter canlandırabiliyor. Çünkü hayatta yaşıyoruz, görüyoruz; katil neler yapıyor, nasıl davranıyor, nasıl insanlar diye. Bu katilleri gözlemleyerek yazabiliyor.

-Azerbaycan polisiye edebiyatının kendine özgü sınırları var mı? Varsa, bunlar nelerdir?

E.E-Benim bizzat yaşadığım bir sansür veya yasak olmadı. Ancak ben kendim bunu önceden düşünerek kimseye dokunmamaya çalıştım. Siyasi ve dini konulardan her zaman uzak durmaya çalıştım.

Bazen okuyucular tarafından eserlerinize "Elhan Elatlı’nın polisiye romanları özellikle cinsel ilişkiler ve namus kurbanı olan kadın cinayetleri üzerine kurulmuştur" gibi yorumlar yapılıyor. Oysa siz, namus anlayışının yalnızca erkeklere ait olmadığını vurgulayan yazarlardansınız. Eserlerinizde ister namus meseleleri, isterse de cinayetler, gerçek Azerbaycan toplumunun bir parçasıdır. Sizce, okuyucular bu gerçeklikle yüzleşmek istemedikleri için mi bazen eserlerinize eleştirel bir yaklaşım sergiliyorlar?

E.E-Çok doğru, gerçeklerle yüzleşmek istemiyorlar. Yazdıklarımı dile getirmek istemiyorlar, kabul etmek istemiyorlar. Açıkçası ben de bunları söyleşilerimde dile getiremiyorum. Yazarken romanlarımda ifade ediyorum ama söyleşilerimde "ihanet" diyorsunuz, ihanet bizde fazlasıyla var diyemiyorum. Çevremize bakarsak, çoğunda bu ihaneti görebiliriz. Sadece gizlidir. Romanlarımda bu konuyu açtığımda, bazıları belirli bir ölçüde kabul ediyor, karşı çıkanlar da oluyor. Ama söyleşilerde okuyuculara aslında bizde yazdığım türden her türlü kötülük var diyemiyorum. Ve bu polisiye edebiyatı da kötülükleri ön plana çıkarıyor. Bu bir aşk romanı değil ki insan duygularının güzelliklerini ön plana çıkarsın. Burada mutlaka bir katil olmalı, cinayet olmalı ve yeri geldiğinde ahlakla ilgili olumsuz özelliklere sahip insanlar da ön planda olmalıdır.

Eserlerinizdeki cinayetler bazen kişisel sebeplerden kaynaklı, bazen de toplumun kurbanı haline gelen insanların felaketiyle ilgili oluyor. Sizce, insanı daha tehlikeli yapan şey nedir içindeki öfke mi, yoksa yaşadığı ortam mı?

E.E-Bence insana yaşadığı ortamın etkisi daha fazladır. Herkesin içinde bir şeytan gizlidir, herkesin bir katil potansiyeli vardır. Bunu ortam ortaya çıkarır. Maddi zorluklar, başka psikolojik meseleler vs. gibi şeyler. Ortam insanı her şeye dönüştürebilir. İyi bir insanı vahşileştirebilir. Bu açıdan ben daha çok ortam derdim.

-Cinayetkar karakterlerini yazarken hangi unsura daha fazla dikkat ediyorsunuz: onların içsel düşüncelerine mi, yoksa toplumun onlara bakış açısına mı?

E.E-Toplumun onlara bakış açısı. Onların içsel düşüncelerini polisiye eserlerde çok yazamıyorsunuz, çünkü katilin kim olduğu hemen bulunuyor.

-Cinayetin mahiyetini daha iyi anlamak için psikoloji, kriminoloji veya hukuk alanında araştırmalar yapıyor musunuz? Suçlu psikolojisini anlamak için hangi kaynaklara başvuruyorsunuz?

E.E-Bundan dolayı çok fazla kaynağa başvurmayı gereksiz buluyorum. Yaşadığım çevrede gördüklerim ve duyduklarım bana çok şey anlatıyor. Bu açıdan her zaman demişimdir ki, 30 yaşından küçükleri yazar olarak pek kabul etmem. Bana 20-22 yaşında biri geldiğinde, ona yazarın yaşayıp tecrübe etmesi gerektiğini söylüyorum. Hayat tecrübesi olmalı. Yaşadıkça yazar gözlemlerinden çok fazla şey öğreniyor. Diğer bahsettiğiniz şeylere gelince, elbette yazmaya başlamadan önce bunların hepsini ciddi bir şekilde okuyup, araştırmıştım. Aksi takdirde yazar polisiye eserinde bazı hatalar yapabilir. Kendisi eğer o alanlarda çalışmıyorsa, mutlaka bu konuları araştırmalıdır ki en azından hukukçular veya cinayet polisleri onun hatasını yakalamasın.

-İster Türkiye'de, isterse de Azerbaycan'da, nüfus sayısına kıyasla kitap okuma oranı çok az. İlginç bir şekilde, bu ülkelerde kitap okuyandan çok kitap yazan var. Bu paradoksun sebebi nedir? İnsanların okumadan daha çok yazmaya meyilli olmalarının sebebi ne olabilir?

E.E-İster bizde olsun, ister Türkiye'de, kitaba bu kadar az değer verilmesi gerçekten üzücü bir meseledir. Sebebini ben de anlamaya çalışıyorum. Yani gerçekten can sıkıcı bir durum bu. Hiçbir meselede milletimi Avrupalılardan geri görmek istemiyorum ama maalesef böyle bir eksiklik var. Elbette ki bizim milletimizin çok büyük dahi alimleri, yazarları oldu. Şimdi bu alimlerden, yazarlardan öğrenen Avrupa alimleri bizim için bir mükemmele dönüşmüş durumda. İster tıp alanında, ister felsefe alanında, sanki onların karşısında biraz başımız eğik kalmış. Ama böyle olmamalıydı. Kitaptan neden uzak düştüğümüzü ben de tam anlayamıyorum. Ama şöyle bir durum da var ki, bunu kendi açımdan çok da hissetmiyorum. Çünkü öyle yerlerden okuyucularım çıkıyor ki... Örneğin, 3 kişiyle karşılaşırsam, bunlardan 1'i okuyucum çıkıyor, diğeri de "Kendim okumasam da ailemizde okuyan var" diyor. Benim okurum çok; o zaman da şunu düşünüyorum: belki de az kitap okumanın nedeni, okuyucuların duygularına dokunan eserlerin yeterince üretilmemesidir. Böyle bir gözlemim var; bir orta yaşlı güvenlik görevlisi kadın benim kitabımı alıp iki günde merakla okumuş, ardından kitaplara ilgisi uyanmış. O kadının elinde başka bir yazarın kitabını gördüm ama nedense o kitabı çok erken yarıda bıraktı ve bir daha kitap okurken görmedim. Bence ona ruhuna dokunan birkaç kitap olsaydı ve onları peş peşe okusaydı, iyi bir kitap okuru olurdu.

-Okur sayınızda artım görüyor musunuz peki?

E.E-Evet, artış var. Hatta bazı ebeveynler bana imza günlerinde "Çocuğum 6 yaşında, bekliyorum 10 yaşına girdiğinde kitaplarınızı vereceğim okusun" diyorlar. Üniversite öğrencileri de 1. sınıf öğrencileri, üst sınıflardaki öğrencilerde kitabımı görüyorlar, merak edip sonra gidip alıp okuyorlar. Yani şimdilik artış var diyebilirim.

-Sizin kitaplarınızı aynı zamanda liselilerde çok okuyor.

E.E-Evet, evet, son zamanlarda gerçekten kitaplarımı okuyan liseli okur sayısı çok arttı. Benim imza günlerimde önceden 200 kişi oluyordu, içinde 1-2 liseli öğrenci olurdu. Ama şimdi imza gününde 200-300 kişi oluyorsa,  çok fazla  7-8. sınıf öğrencileri oluyor ve bu da beni şaşırtıyor. Yüzüne baktığımda ortaokulda olduğunu anlıyorum. Sonra soruyorum, "Kaçıncı sınıfta okuyorsun?" diye. Hem de bunu en çok ona göre soruyorum ki, bizde bazı yazarlar kadınlara kitap imzalarken ad yazmıyor, sadece imza atıyorlar. Ben bunu kabul etmiyorum.  Kitabını imzalatmak için emek vermiş buraya kadar gelmiş, adını yazmak lazım ki, senin ona olan saygını hem hissetsin hem de daha çok mutlu olsun. Bu yüzden ben hep isimlerini yazıyorum. Mesela, "Müslüm Bey'e", "Tülay Hanım'a" vs. Ama ortaokul öğrencisine hanım yazmaya çekiniyorum. Yüzüne bakıyorum, şüphelendiğimde soruyorum, "Kaçıncı sınıfsın?" diye, eğer 7-8. sınıf diyorsa, ona "kızıma" yazarak imzalıyorum.

- Bu öğrencilerin okuyucularınız arasında sayısının artması, gelecekte yazacağınız romanlarda kendinize bir nebze sansür uygulamanıza sebep olabilir mi?

E.E-Çok doğru bir noktaya temas ettiniz. İster istemez son zamanlar bu konuyu biraz düşünmeye başladım. Eskiden bu tarz şeyleri  hiç dikkate almıyordum. "Okumazlarsa, okumazlar" diyordum. O yaş aralıklarını göz önünde bulundurmuyordum. Ama şimdi mecburen, bir şekilde bazı şeyleri yazmıyorum. Bu da benim için çok zor olmuyor; bir romanda bir iki satırda bir şey olacaksa, onun üstünden geçiyorum ki olmasın, çünkü bunu 5, 6, 7. sınıf öğrencileri de okuyacak diyorum. Ama çok dikkate alırsam bu, benim yazı tarzımı ciddi şekilde etkiler. Yazar, okurun isteklerini çok da göz önünde bulundurmamalıdır. Ben hiçbir zaman "Okurlar ne istiyor?" diye araştırmadım. İçimden gelene yazdım. Benim içimden gelen ile okurların isteği üst üste geldi. Bu nedenle benim kalemimi, sağ olsun Mithat Beyoğlu, bunu açıkça söyleyeceğim, benim yaratıcılığımı derinlemesine analiz eden ve objektif bir şekilde değerlendirmeye çalışan ilk insandır. Bu zamana kadar benim hakkımda yazanlar ya agresif bir şekilde her şeyi yıkıp dağıtma perspektifinden yaklaşmışlardır ki bu kabul edilemez, ya da çok fazla abartılı ve süslü cümlelerle ifade edilmiş, hatta kendime bile çekici gelmeyen abartılı şekilde yazılmıştır. İlk kez, sağ olsun Mithat Beyoğlu, objektif bir şekilde kendi fikrini güzel bir şekilde kaleme almış. Ben de onunla aynı fikirdeyim zaten, onun yazdıklarını düşünüyordum ama tevazu gösterdiğim için söyleyemiyordum. Mithat Bey gibi eleştirmenler bizde de çok sayıda var. Onların yaklaşımı şu yönde olmalıdır ki; "Neden Elhan Elatlı'nın yazdığı aynı eseri 7-10 yaş arası çocuklarla beraber, 97 yaşındaki birileri de severek okuyor?" Bu yakınlarda beni Nahçivan’da 97 yaşındaki bir okuyucumla tanıştırdılar. Bunu araştırsınlar ki, nasıl oluyor da, hatta edebiyatı anlamayan biri bile beni  severek okuyor, tanıdığım birçok edebiyat profesörü var, neden o profesörler okuyor ve beğeniyorlar? Bunu araştırsınlar. Ben bunu araştırmaya yeterli değilim. Çünkü ben araştırmacı ya da edebiyat eleştirmeni değilim. Ben bunun araştırılmasını bekliyordum. Genç yazarlara da gösterirler ki, belki bu yolu seçersiniz. Ben bunun araştırılmasını bekliyordum ama buna henüz rastlamadım.

-Kahramanınız Qanbay Qasımlı bazen Rusya'ya seyahat etse de, eserlerinizin neredeyse tamamında olaylar Azerbaycan'da geçiyor. Qanbay Qasımlı'yı gelecekte yurt dışında gerçekleşen bir cinayetin merkezinde görebilir miyiz? Qanbay Qasımlı'yı uluslararası boyutta bir işin içinde tasvir etmek sizce ilginç olur mu?

E.E-Genellikle ben siyasi polisiye türünden uzağım. Siyasi polisiye yazmıyorum. Ama mümkün, hatta aklımda var ki, yabancı ülkeler değil de örneğin yakın zamanda Qanbay Qasımlı kardeş Türkiye’ye gidebilir

Hangisi daha zordur okuyucunun katilin kim olduğunu son ana kadar bilmemesini sağlamak mı, yoksa katilin kimliğini önceden verip onu ilginç motiflerle açıklamak mı?

E.E- Bu çok güzel bir soru. Bazen insanlar "Elhan Elatlı'nın katilini ben buluyorum" deyip, yazarın zayıf bir polisiye yazarı olduğunu düşünenler var. Hatta bunu çok bilgili insanlardan da duydum. Bazı yazarların katilini kitabın sonuna kadar bulamıyorsun diyenler var. Ben bu fikre katılmıyorum. Önemli olan romanın ilgi çekici olması. Olay örgüsü güzel olmalı bence. Bu bir bulmaca değil ki. Bu yüzden ben polisiye yazanları ikiye ayırıyorum; birileri gerçekten polisiye yazıyor, bir diğeri benim gibi roman yazıyor. Ben roman yazıyorum. İnsan hayatını, insan psikolojisini yazıyorum. Oysa diğeri olayın üstünü açıyor. Agatha Christie’yi örnek gösteriyorum, o polisiyedir diye. Ona roman demek doğru değil. Bana da eleştiride bulunanlar var; eğer polisiye yazıyorsan bu edebiyat değil diyorlar. Ben de katılmıyorum, önce bir okuyun, göreceksiniz ki bu bir romandır ve burada polisiye ikinci plandadır. Dikkat ederseniz, her şey cinayetin etrafında döndürülmemiş; burada başka şeyler de var. Soruyu da bu yüzden çok beğendim. Birkaç kez de söylemişimdir ki, belki ben bir eser yazacağım ve ilk sayfalarda katili göreceksiniz. Bu adamın bu cinayeti işlediğini ilk sayfalarda anlayacaksınız, peki bu sizin için ilginç değil mi? Sonrasında Qanbay Qasımlı bunu nasıl açacak? Size sadece katilin ismi mi lazım? Hatta böyle durumlar da oluyor. Biri romanı yarıya kadar okuyor sonra biri yanına geliyor, diyor ki "bunu okudum, katil filan kişi". Kitabı katlayıp bir kenara koyuyor, daha da okumuyor. Ben bu kişiyi okurum olarak  kabul etmiyorum. Neden? Çünkü demek ki benim romanım ve oradaki olaylar senin için hiç ilginç değildi. Bulmaca gibi yaklaşmamak lazım. Katil kim, neye yarar? Tuttuğun zaman ne yapacaksın? Karakter sonuçta bu gerçek biri değil ki, bulduktan sonra gidip onu cezalandırasın. (Gülüyor)

-Kesin olarak söyleyemem emin değilim, belki de Azerbaycan’da ilk kez bir polisiye yazarı olarak siz böyle bir tarz ortaya çıkarmışsınızdır. Katille ilgili ipuçlarını orta sayfalarda veriyorsunuz ama olayın üstünü Qanbay Qasımlı'nın nasıl açacağına dair okuyucuyu kitabın sonuna kadar okumaya zorlayacak şekilde meraklandırıyorsunuz. Bu son yıllarda Batı sinemasındaki filmlerde de böyle oluyor. Filmin ilk 10 dakikasında katili size gösteriyorlar ama onun neden cinayet işlediğini filmin sonunda açıklıyorlar.

E.E-Evet, evet, ben de şahsen böyle bir kitap yazılsa merakla okurum. Katili baştan söylesin ne olacak, yine de merakla okurdum. Bu açıdan ben de okuyucularıma tavsiye ettim ki, eğer romanlarımı böyle okuyorsanız, iyi olur ki bir iki aydan sonra katili bilerek bir kez daha okuyasınız. Bu şekilde okuyanlarım da çok, bir romanı birkaç kez okuyorlar.

-Okuyucularınızdan biri eserlerinizde tasvir ettiğiniz bir yöntemi gerçek hayatta uygulayıp suç işlese, bu sizin yazarlığınıza bakışınızı değiştirir mi?

E.E-Üzülürüm. Çok üzülürüm. Çünkü ben yazdıklarımla insanlara, milletime hizmet etmek istiyorum. Onları kötü etkilemek istemiyorum. Ama kitaplarımın okurlarımda bıraktığı etkiyi çok görüyorum. Bu etkiler olumlu yönde olmuştur. Herkes etrafa mantıklı gözle bakmaya çalıştığını, okuduktan sonra daha akıllı ve dikkatli olmaya gayret ettiklerini söylüyor. Bunlar güzel şeyler. Ama kötü tarafları da oldu. Bir örnek vereyim: Cezaevinde mahkumlarla söyleşiye giderken bana anlattılar. Çok genç evli bir hanımefendi, Qanbay Qasımlı'nın varlığına o kadar derinden inanıyormuş ki, ona şiddet gösteren kocasını tam da Qanbay Qasımlı'ya güvenerek öldürmüş. Kendisini kurtaracağından o kadar emin olmuş ki, "Ben haklıyım, bunu kimse bilmese de Qanbay Qasımlı bunu öğrenip, beni kurtaracak" demiş. Çünkü "Susan Qadın" romanımda kadın intihar etmiş, eşi hapsolunmamalıdır aslında ama herkes öyle düşünüyor ki eşini o pencereden atmış. Qanbay Qasımlı araştırmış ve kocanın suçlu olduğunu yani şiddet uyguladığını ama onu öldürmediğini anlamış. Bunu biliyor ve susuyor. Susduğu için de o adam katil olarak ağır cezasını çekiyor. Bu kitabı okuyup daha çok etkilenmiş. Ve sorgulama sırasında amire ve savcıya yalvarıyormuş ki, "Qanbay Qasımlı'ya haber verin, ben bu meseleyle ilgili tutuklanıyorum." diye.  Bunu duyduğumda çok şaşırdım, inanılmaz geldi bana ve aynı zamanda çok kötü oldum. Genç bir kadındı, 20 yaşında bir kadın neden bu kadar inanmış ve cinayet işlemiş ki?

Gerçekten de son zamanlarda duyduğum en ilginç hikayelerden biri bu. Bu arada sizin kitaplarda da bu bahsedeceğim konuya rastlamadım, yanlışımı olursa siz düzeltin lütfen. İster burada olsun ister Türkiye’de, hukukta bazı boşluklar var katiller bazen gerekli cezayı almıyorlar. Ancak polisiye romanlarda bu tür hukuki süreçlerin, mahkeme aşamalarının ve hakim kararlarının detaylarına pek yer verilmiyor. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu boşluklar edebi eserlerde nasıl ele alınmalı?

E.E-Öyle suçlar var ki, bu tüm ülkelerde yaşanır ve bu suçların üstü açılmıyor. Bu durum bizim ülkede de aynı. Romanlarımda da elbette ki, kahramanın çözdüğü cinayetlerde bazen susarak o adamın ilahi adalet adına hapsedilmesini istemiyor. Ancak polisiye roman yazıp, orada cinayet çözmezsen olamaz. En azından dedektifin gözünde çözülmüş olmalıdır. Bazı okuyucular bunu da anlamak istemiyorlar, diyorlar ki "senin kahramanın kaybetti". Neden diyorum "buldu ama kimseye söylemedi, bildirmedi" diyorlar. Diyorum ki, eğer bildirmediyse bu onun kişisel meselesidir, kendisine göre bir adalet prensibi var ve bildirmemiş.

Bu eserleri yazarken herhangi bir polis veya savcıyla fikir alışverişinde bulunuyor musunuz?

E.E-Hiçbir zaman böyle bir şey olmadı. İlk başladığımda cesaretim yoktu, utanıyordum yaklaşıp "ben yazıyorum, bazı sorulara cevap arıyorum" demeye. Düşünüyordum ki, beni yakınlarına bırakmazlar, ciddiye almazlar. Çünkü edebiyat böyledir, bu alanda sözünü söylemen lazım, ondan sonra sana inanırlar. "Ben yazmaya başladım" diyenlere genellikle inanmaz kimse. Ve sonradan kendim araştırdım, birçok hukukla ilgili kitap okudum, polis yasalarını, ceza kanunlarını inceledim. Aslında matematikle ciddi şekilde uğraşan birisi için polisiye yazmakta hiçbir zorluk yok; yani iyi bir matematikçi olmak, iyi bir hukukçudan daha avantajlıdır. Bunu benden başka kabul edip itiraf eden çok insan var. Çünkü polisiye eserlerin temelinde mantık vardır ve mantıkta matematiğin bir parçasıdır.

Esinlerinize film çekilmesini ister misiniz, filmde kendinizi senarist, yönetmen vb. gibi görmek mi isterdiniz, yoksa belirli unsurlara müdahale etmeyi mi tercih ederdiniz?

E.E-Film için aslında çok sayıda teklif oldu ama hiçbiri bir türlü  çekilemedi. Neden çekilmediklerinin bazılarının nedenlerini biliyorum, ancak bazılarını henüz öğrenemedim. En son ‘‘Susan Qadın’’ romanıma yönetmen çok hevesle yaklaştı. Oyunculara roller bile verildi. Savcılık ve Emniyet bile senaryoyu çok beğendi ve desteklerini teklif ettiler. Polis arabaları, karakol vs. her şey için desteğe hazırlardı. Ancak sponsor bulunmadığı için film çekilemedi. Artık bir yıldan fazla bir süredir bu mesele uzanıyor; nihayet Yönetmen Nisan ayına kadar söz verdi, kendi hesabından bile olsa bu filmi çekeceğini söyledi. Ben orada kendimi nerede görüyorum? Senaryoyu yazmaya özel bir heves göstermedim. O da bunu üzerine aldı, "İyi, sen yaz," dedim. Önemli olan benim romanımın üzerine kurulması. İlginç olan, Qanbay Qasımlı rolünü bana teklif etmesi. Biraz düşündüm ama kabul etmedim. Aslında herkes Qanbay Qasımlı olarak en çok beni görüyorlar; ben olsaydım belki daha iyi olurdu. Ama yazar adına o kadar yüksek bir değer veriyorum ki, çok ciddi bir meslek olarak gördüğüm için orada oynamak istemedim. Oyuncu seçimine gelecek olursak, ilk birini gösterdiler bana , beğenmediğim halde olur dedim. Ama daha sonra birini gösterdi, onu beğendim. Adını şimdi unuttum. Oyuncu seçimlerine de karışmadım, yani. Hatta hiçbir şeye karışmadım; sadece bir meselede romanın polisiye prensibini bozan bir fikir vardı, ona itiraz ettim. "Sen bütün romanın mahiyetini yitireceksin, buna dokunma," dedim. Sadece buna itiraz ettim, ondan başka hiçbir şeye karışmadım. Zaten okurlar kitabı okurken Qanbay Qasımlı'yı kendi istedikleri gibi kafalarında hayal etmişler. Film bu anlamda onların ihtiyacını karşılayamayacak. Birisi beğenecek, birisi beğenmeyecek; biri "ben böyle hayal etmemiştim," diğeri "ben tamamen başka hayal etmiştim," diyecek. Bu yüzden ben de fazla karışmıyorum. Film meselesine benim genel olarak çok ilgim olmadı. Sadece bu Susan Qadın’ın film meselesinden sonra özellikle de savcılığın buna böyle sıcak yaklaşması, yardımcı olmak istemesi beni cesaretlendirdi ki, neden olmasın. En azından maddi anlamda da bana bir dönüşü olacak sonuçta. O roman o zamanlar çok ses doğurmuştu; şimdi film gibi de ses doğurursa, bende bir inanç var ki eğer bu filmi güzel çekebilirlerse, o zaman yönetmenler benim romanlarımdan film çekmek için sıraya dizilecekler. Buna çok inanıyorum.

-Umarım her şey dilediğiniz gibi olur. Soruma geçmek istiyorum bir yazar olarak cinayeti çok romantikleştirme veya kahramanlaştırma tehlikesiyle nasıl mücadele ediyorsunuz? Okuyucuya yanlış mesaj vermemek için hangi etik sınırları gözetiyorsunuz?

E.E-Okura yanlış mesaj vermemek benim için içten geliyor, çünkü ben bir eğitimci, öğretmen ailesinden geliyorum ve kendim de öğretmenlik yaptım. Ne yaparsam yapayım, roman yazarken de okulda ders verdiğim zamanlarda da her zaman gençlerimizin terbiyesini göz önünde bulundurdum. Ayrıca bu benim kontrolüm dışında gelişen bir durum. Bunu amaç olarak belirlememe gerek kalmıyor; bu içten gelen bir mesele. Cinayet işleme eğilimi oluşturmamak için öyle mesajlar vermemeye çalışıyorum. Zaten görüyorlar ki sonda bu katiller kaybediyorlar. Bu nedenle, bence genel olarak tüm polisiye edebiyatı için söylemiyorum bunu, ama en azından benim yazdıklarım gençlere asla yanlış mesaj veremez.

-Bize zaman ayırdığınız için Elhan Bey  size çok teşekkür ediyoruz. İyi ki varsınız. Kaleminiz hiçbir zaman susmasın. Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler varsa buyurun sizin cümlelerle bitirelim röportajı.

E.E-Türkiye bizimle sözün gerçek anlamında dost değil, kardeştir. Kardeş olarak görüyoruz çünkü aynı milletiz. Hep sevdim ve kendi milletimle aramızda hiçbir fark gözetmedim. Aramızdaki edebi ilişkiler beni tatmin etmiyor. Belki de biri "Hayır, edebi ilişkiler var" diyebilir, ama bu çok da görünür değil. Aynı milletsek, Türkiye'de meydana gelen edebi olaylardan bizim de haberimiz olmalı, onların yazarlarını kendi yazarlarımız kadar tanımalıyız, onlar da bizim yazarlarımızı tanımalıdır. Yazarlarımıza "Türk" veya "Azerbaycan Türkü" diyerek ayrım yapmadan sahiplenelim, sevelim. Bunu çok isterim. Orada "Kardeş Kalemler" diye bizden bir yer var. Yıllar önce oraya gitmişler ve Elhan Elatlı'nın kitaplarının en çok satan kitaplar olduğunu söylemişler. Bir tanesini Türkçeye çevirin, basın, okuyalım demişler. Okuyup fikir belirtmek yerine, hiç okumadan "Bize oradan talimat gelmeli, hangi kitabı basalım veya basmayalım diye" demişler. Oysa küçük bir araştırma yapsalar, Mithat Bey gibi kendileri de göreceklerdi. Mesela, bunu İran'dan gelen aydınlarımız yapmıştı, 10 yıl önce buraya gelmişlerdi. Kitapçılara kendileri gidip sormuşlardı: "En çok hangi yazar satıyor?" diye ve bu vesileyle beni keşfetmişlerdi. Ve bana teklif ettiler ki, Tebriz'de insanlarımız Türkçeyi unutmaması için sizin kitaplarınızı orada mutlaka basmak lazım. Ama ne yazık ki, onların maddi durumu bunu yapmak için yeterli değildi, bu maddiyatı benden bekliyorlardı. Bu yüzden ben de onlara yardımcı olamadım. Son olarak, Kibrit’e emek veren tüm değerli kardeşlerime selam gönderiyorum. Türkiye’ye selam olsun. 22 yıl önce, henüz polisiye romanları yazmadan önce, şiirler yazıyordum. Türkiye ve Azerbaycan isminde bir şiirim vardı. 22 yıl önce yazmıştım. Ondan bir parça okuyarak bitirmek istiyorum.


İki bayraq iki devlət

Soyunu sorsan aynı millet

Ne derd olar ne de zillet

Qovuşaraq olsa bir can

Türkiye Azərbaycan



Comments


bottom of page