top of page

Anlam Aramanın Etimolojik Savaş - Ece Dirhemsiz

  • kibritfanzin
  • Dec 11, 2024
  • 2 min read

Anlamak sözcüğünün etimolojisini tartışıyorum bir akşam vakti. Hararetli bir kavganın tam ortasındayım kendimle. Sudan sebeplere güceniyorum. Savunmamı tek elden ve bilinçsizce yaptıktan sonra kurtuluşumun imkansızlığı çınlıyor sanki kulaklarımda. Bir anlayış savaşı veriyorum anlayışsızlık meydanlarında. Kalabalık bir yalnızlığın esiriyim. Soğuk kapılar arkasında sıcak duvar arayışım bundan. Koşuyorum bir patikadan ayaklarıma sarılmış güvensizlik timsali taşlar. ‘’Zincire vurulmuş ruhlar diyarına hoş geldiniz’’ diyor biri. Duruyorum, koşmaya mecalim yok artık. Tanrım beni bu kez duyuyorsun biliyorum. Varlığınla varlığım asıl nedenini bulsun istiyorum. Gözlerime biriken yaşları elimin tersiyle silmeye koyuluyorum. ‘’Ağla’’ diyor biri. İnsan sevdiklerinin cennetinde yeşeren bir çiçek olmayı kabullenmiyor. Cehennemine bile razı olduklarının ateşinde diri diri yanmaya gönüllü oluyor. Kibirli bir vedanın doğmamış tesellisine anlamak diyorlar. Gülüyorum buna. Kaya gibi duran ve yüz yıl susuşlarını saklayanlardan olamıyorum inatla. Beni uzaktan da olsa tanırsın diye üzerimde bir başkasının hüznünü taşıyorum, sen gibi. Bana biçilmiş hikayenin figüranı olmayı koşulsuz kabul ediyorum. Zaman gerçekten her şeyin ilacı mı? Hayatımın gardiyanlarına iki isim verilmiş olmalı ‘’zaman ve anlamak’’. Birinin eylemsizliğine ve bir diğerinin ilaç oluşuna hiç ikna olamıyorum. Özgürlüğü bir bahar akşamında hırka gibi sırtıma giymek istiyorum. Kafamın içindeki misafirlere ziyaretin en kısasının makbul olduğunu öğretmek istiyorum. Kalpte ağırlayamadıklarımı, yolcu edememenin acısına kapıldım sanıyorum. Aklının odalarındaki yerim için son kiramı da ödedim varsayıyorum bu gece. Anıdan sayılmayan hatıralara, hiç çıkılmayan yolculuklara boğuk bir sesle hayıflanmayı ihmal edemiyorum. Kaderin belirsizliğini sırtlanan omuzlarıma ne çok acıyorum! Birinin ‘gözden çıkardıklarım’ isimli valizinin eşsiz parçasıyım bu hikayede. Gece kendi karasını senin saçlarına saklamış, sen de vedanı geceye armağan etmişsin. Şimdi sakladığın vedanı, veda edemeyişime tanıklık etsin diye yanımda taşıyorum. Aciz dualardan bir marşı, ezbere kazır gibi tekrarladığım zamanlar yaşatıyorum kendime. Bakma bana öyle! Yalnızca kendimle yüzleşiyorum. Umudumu, elleriyle boğan umutsuzluğuma ağız dolusu küfrü savururken yakalanıyorum birilerine. Birileri ne çok biliyor! Ortasında kaldığım yangının alevini sahipleniyorum. Üstüme düşeni yapar gibi yaparak, yaşıyorum bir akşam vaktini hiç yoktan. Hararetli bir vedanın tam ortasındayım şimdi. Vedalaşmaya ilk kendimden başlıyorum. Bir vedanın anlaşılabilir taraflarını tartışıyorum önce. Zaman her şeyin ilacıymış ya hani, kavgam hiç bitmiyor kendimle! Nerden geliyordu bu anlaşılmamak, anlatamamak, anlamlandıramamak.. Sonra hiç anlayamaz olmak. Kanımca vedaları ilk ortaya atanların işiydi bu anlayışsızlık hali. Aynı kökenden geliyor olmalıydı. Benzer tohumu yeşertmişti kendi tutsak topraklarında. Vedayla, anlayışsızlığı aynı milletten sayar olmuştu birileri. Bir daha da hiçbir dönüşüme tabi tutmamışlardı onları. Anlamaksa, kıyıda köşede yaşayanların tüm derdi oluvermişti. Ve tüm savaşları devam ediyordu anlayışsızlık meydanlarında, vedayı bile anlamlandırmaya çalışanların...




Comments


bottom of page